Bu yazı Evrensel Kültür Dergisi Ocak 2009 sayısında yayımlanmıştır.
2008 yılında yapılan sergiler, gerçekleşen etkinlikler, yeni açılan sanat mekânları ya da düzenlenen sempozyumları arka arkaya sıralamanın bir faydası olmayacağı ve yapılacak her türlü sıralamanın bir seçki olacağı, bu durumda da seçilenlerin her halükarda göz önünde olanların listesinden ibaret kalacağı durumunu saptayalım öncelikle. Buradan hareket ederek, nesnel olmak iddiası hiç mi hiç bulunmayan, plastik sanatlar açısından bir 2008 değerlendirmesine girişelim.
2007’de bir hayli gündem işgal eden güncel sanat mı çağdaş sanat mı tartışması rafa kalkarken, 2008 itibarıyla “güncel” tartışmadan galip çıkmış gibi görünüyordu. Hâkim tabiriyle “güncel” sanatta, aykırı olma, şaşırtma hatta şoke etme esasıyla hareket edenler, avangard kırıntıları bünyesinde taşımaya çalışanlar politik olanla iyice yoğrulmuş sergiler yaptı, sergiler “party”lerle açıldı. Politik olan ayağa düştü, sıradanlaştı, kimse bir şey anlamaz, anlasa da umursamaz oldu! (Değinmeden geçmeyelim; 2009’da yapılacak İstanbul Bienali’nin basın toplantısı bayağı şenlikliydi. Darısı bienalin kendisine!)
Resim öldü mü kaldı mı, yaşıyor mu zombi mi tartışması gündemden iyice düştü. Velâkin, resim yapmakta ısrarcı, yaptıkları görmezden gelinen sanatçılar ile her daim en önde olmak isteyen sân’atçıların çabaları birbirine karıştırıldı. PR’ı güçlü olan pastadan en büyük payı aldı.
Yeni tekniklerle, yöntemlerle, gayretlerle sanatın tanımını değiştirmeye çalışanlar bağımsız gruplar oluşturmaya, kendilerini ifade edebilecekleri platformlar yaratmaya devam etti. Uygulayanı-alımlayanı belli bu girişimler seçkin bir azınlık tarafından tüketildi.
Merkez-periferi meselesi 90’lardan 2008’e yükselen “konsept”lerden olmayı sürdürdü! İstanbul merkezli sanat ortamında İstanbul’un da merkezi bazı odak noktaları yine “trend”di. Herkes oralara gitti, oralar konuşuldu, oralar yazıldı. Meseleden rahatsızlık duyanlar merkezin iktidarını bozmaya, sınırları kırmaya, sanatı merkez dışına taşımaya çalıştı. Ama coğrafyanın da üstündeki “merkez tanımı” tarzı, üslubu, tavrı belirleyen oldu yine de. Bu arada merkez dışından gelenler merkezin ta kendisine eklemlenmeye, oranın tanımını değiştireceğine oraya benzemeye devam etti.
Kurumlar Batı sanatının büyük isimlerini getirmeye, prestijlerini pekiştirmeye devam etti. Müzeler doldu, taştı. Avrupa 2010 Kültür Başkenti hareketliliği hız kazandı. Birbirinin peşi sıra açılan özel üniversitelerin çoğu güzel sanatlar fakülteleriyle birlikte açıldı. Sansür yine uygulandı, yine tartışıldı. Bağımsız sesler gazete ya da dergilerde daha çok görünürken, kuramsal sanat yayınları çeşitlendi. Sanat eleştirisi, senelerdir süren pesimist tavra inat kurumsallaşmaya başlar gibi oldu!
“Eski yağlıboya tablolar” (bir müzayede şirketinin müzayede afişindeki ibare bu) müzayedelerde itinayla alınıp satılmaya devam ederken çağdaş (ki kasıt yaşayan oluyor) sanatçıların çalışmaları da müzayedelere girdi. Bazıları uluslararası müzayedelerde de satıldı. Yine bir Osman Hamdi tablosu, Sotheby’s tarafından düzenlenen müzayedede fahiş fiyata alıcı buldu. Rivayet odur ki, alıcı, adına yeni bir müze açmak isteyen, ülkemizin önemli soyadlılarından biriydi.
Müzayedeler kâr üstüne kâr yaparken, Sotheby’s Müzayede Evi’nin Türkiye’de şube açacak olması korku ve heyecanla beklenir oldu. (Batı’nın bu coğrafyayla dirsek temasına girmesi kimilerince umulan, kimilerince çoktandır beklenen ve artarak sürecek bir durumdu) Bu arada galeriler, sanat ortamındaki mali sıkıntıdan yakınıp durdu. Kriz, mevcut duruma tuz biber ekti. Sanat pazarı tablosunun birey bazında pek de iç açıcı olmadığına ikna olsak da unutulan bir şey vardı: “Bankalar tepetaklak olur ama galibiyet sanatın olur.” (Sir Norman Rosental, Royal Academy sergileri eski yöneticisi. Damien Hirst'ün iki günlük güncel sanat müzayedesi rekoru ve dünyada yaşanan ekonomik kriz üzerine...)