7 Nisan 2009 Salı

Akademi'deki o çocuk

Radikal'den bugün..

Seramikleri Avrupa Parlamentosu'ndan Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ne birçok önemli binada yer alan Sadi Diren'in retrospektifi İş Sanat Kibele'de. Seramiği biraz da tesadüfi seçen Diren 'İç mimariye gittim; orada masalar dağıtıldı sen nereden çıktın dediler. Seramiğe boş olduğu için gittim. Torna var, kimse bilmiyor. Fırın var, çalışmıyor' diye anlatıyor
Türkiye’de seramik sanatının diğer sanat disiplinleri yanında yer edinmesinin bedeli de bu olsa gerek; iyi bir meslek kariyerini, zenginliği, mevkiyi reddederek tozlu çatı katlarında harcanan yıllar... Akabinde Göksu’daki çömlekçi atölyelerinden, kürek çekerek Akademi’nin derme çatma atölyesine kil taşımak, orada seramik yapıtlara dönüştürüp pişirmek üzere tekrar boğazın akıntısına karşı, bileğe kuvvet vermek...
İş Sanat Kibele Galerisi’nde açılan retrospektif sergisinde izlenebilecek sanat çizgisiyle Sadi Diren, seramiği resim gibi kompoze eden, hikâyeler anlatan, oyunlar oynayan 82 yaşında bir usta. Endüstriyel duvar kaplamaları ve sanatsal panoları, Brüksel’deki Avrupa Parlamento Binası’ndan İstanbul’daki AKM ve Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne çeşitli binalarda yer alan Sadi Diren’le sanatsal serüvenini konuştuk.

1940’lı yıllar seramik çalışmanın tuhaf karşılandığı zamanlar olsa gerek. Bu sanata yönelmeniz nasıl oldu?
Ailem Hariciye’de çalışmamı istedi, benim aklımsa hep Akademi’deydi. Sonra mecburen kaydımı yaptırdığım Hukuk Fakültesi’nde Roma Hukuku imtihanına girmek üzereyken vazgeçip Akademi’ye gittim.

Neden aklınız Akademi’de kalmıştı?
Çünkü babam asker kökenli, fakat çok güzel resim yapan bir adam. Resmi, heykeli evde görüyordum her zaman; etkilendim. Akademi’ye müracaat ettiğimde asker kaçağı mısın, niye Hukuk’ta okurken Akademi’ye geliyorsun dediler. Onun üzerine doğru askerlik şubesine gittim. Döndüğümden iki-üç gün sonra hemen imtihana girdim ve kumaş desenlerine kaydımı yaptırdım. Fakat okul açıldığı zaman bunun bana göre olmadığını gördüm ve iç mimariye gittim; orada da masalar dağıtıldı sen nereden çıktın dediler. Seramiğe boş olduğu için gittim, yani biraz tesadüf oldu!
Seramik’te iki hoca var ama öğrenci olmadığı için gelmiyorlar. Torna var, kimse bilmiyor. Fırın var, çalışmıyor. Bu yokluklar içinde önce fırını çalıştırdık. Göksu’daki çömlekçilere gittim, orada torna yapmayı öğrendim. Derken seramik atölyesi yavaş yavaş faal hale geldi.

Göksu’da nasıl bir çalışma imkânı buldunuz?
Ben oraya gittiğimde ustalardan biri; “Senin hocaların da geldi yapamadılar, haydi sen de dene bakalım” dedi. Ben inat ettim. Bir oda istedim. Çatı arasını gösterdiler. Eskiden Rum ustalar çalışıyormuş ve fırın atölyenin içindeymiş, bütün çatı is tutmuş. Ben oradan eve bir gidiyorum, simsiyah. Annemle az münakaşa etmedim!
Orada çalışıyorum ama para veriyorum karşılığında. Maddi sıkıntılarla boğuşuyorum. Sonra bir gün aynalı, şık bir vitrin yaptırdım. Getirip Akademi’nin kantinine koyduk. Göksu’da ürettiklerimi vitrinde sergileyip satmaya başladım. O zaman Akademi’nin müdürü de Zeki Faik İzer. Sert bir adam. Beni çağırıp, “Nasıl böyle bir şey yapıyorsunuz? Akademi’de satış yasak” dedi. Ben de “Peki siz öğrenciye ne gibi bir imkân sağlıyorsunuz? Bir iş veriyor musunuz” diye çıkıştım. Sonra müsaade etti.

Çalışma biçiminiz okulda biraz efsaneleşmiş galiba?
Bir gün Bedri Rahmi geldi Göksu’ya, seramikleri gördü. Meğer zaten tanıyormuş beni. “Aa reis! Akademi’deki o çocuk sen misin?” dedi. Böylece Bedri Rahmi’yle de tanışmış oldum.

Daha sonra Almanya maceranız başlıyor. Gidişinizin sebebi neydi?
1953’te Maya Galeri’deki ilk sergimden sonra 1954’te Moderno’da ikinci sergimi açmıştım. Bu sırada Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Kongresi yapılıyordu. Davet ettiğim eleştirmenlerden Hans Wingler beni o kadar beğendi ki Almanya’ya hoca olmaya davet etti. Biz de eşimle apar topar evlenip altı gün sonra Almanya’ya uçtuk. Böyle başladı.
Offenbach Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’na çağrılmıştık ama terslikle olmadı o iş. Eşim Almanca biliyor ama ben bilmiyorum; para yok, tanıdık yok, ortada öylece kaldık. Sürekli çalışıyoruz, yaptıklarımı dükkânlara götürüp satmaya çalışıyorum. Derken Koblenz yakınlarındaki Höhr-Grenzhausen’da bir seramik fabrikasında yeni iş ayarlandı.

Seramik endüstrisi içinde çalıştınız. Peki kendinize yaratıcı bir alan bulabildiniz mi?
Tabii, fabrikada evimde gibi çalışıyordum, müsaade ediyorlardı. Yaptığım panolarla, dekorlarla fuarlara katıldım ve çok da ilgi topladım. Höhr-Grenzhausen tam bir seramik kasabası. Almanların şaşkınlığı içinde biz iki Türk, 1964 başına kadar orada kaldık. Dokuzuncu sene dönmeye karar verdim ben. Dönünce de yine seramik fabrikasında çalıştım, bu sırada 1994’e kadar Akademi’de hocalık yaptım. 34 senem Akademi’de geçti. Benim için büyük mutluluk!

Seramik, Anadolu’nun binlerce yıllık tarihine mal olmuş bir üretim biçimi. Siz bu büyük kültürden nasıl beslendiniz?
Arkeolog Ufuk Esin arkadaşımızdı. Onun kitapları, neşriyatı, konuşmalarımız hep arkeoloji üzerineydi. Bu beni çok cezbetti. 1949’da Akademi’ye girdiğim zaman motiflere, figürlere aşinaydım. Anadolu’dan ne kadar medeniyet gelmiş geçmiş, ne kadar köklü... Figürleri kopya ederek değil, bozarak değil kendi tarzımda, politik fikrimi de katarak yorumladım.

Seramiği diğer sanat biçimlerinden farklı kılan nedir sizce?
Seramik hacim olarak heykel, yüzey olarak resim ve sır tekniğinden tut, fırınlamasına kadar tekniği olan bir bilim... Heykel ve resmin birleştiği, tekniğin çok kuvvetli olmasının gerektiği bir uğraş. Sanatla zanaatın birleştiği bir kol. Seramik sanatçısıyım diye geçinen birçok insan, “Renk tutmadı, bozuldu, ben bunu böyle hissettim” deyip yutturmaya çalışırlar. Öyle şey olmaz.

İş Sanat Kibele Galerisi’ndeki serginizden biraz bahseder misiniz?
1957’den bugüne her dönem çalışmalarım sergide var. Mesela ‘terracotta’ dediğimiz 900 derecede pişmiş seramikler, 1040 derecede pişmiş seramikler var. 1300 derecede pişmiş porselenler var. Bronz heykeller var. Özgün baskılar var. Bir şeyi tutturup onu tekrar ederek değil, böylece motifi de bozarsın çünkü, onu işleyerek çalışmak lazım. Ben her devrede tema olarak veya biçim olarak seramiğe bir yenilik getiriyorum. Böyle de olmalı.

Sadi Diren retrospektifi 16 Mayıs’a kadar İş Sanat Kibele Galerisi’nde.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=929941&Date=07.04.2009&CategoryID=113