1 Aralık 2009 Salı

'Merkezin dışına doğru gidiyorum'

27 Kasım tarihli Radikal gazetesinden..

Hüsamettin Koçan ‘Saklı Yüzler’, ‘Gizli Yüzler’ derken yeni sergisi ‘Yüz Göz Resimleri’ ile Galeri Işık Teşvikiye’de. Sanatçının tabiriyle, sokaktan belki de bize değerek geçen, tanıdığımız ya da tanımadığımız ama asla farkına varmadığımız yüzler, büyük boyutlu tuvallerde görünür kılınıyor.

Neyi görmek? Neyle yüzleşmek?
Hayatımızda ihmal ettiğimiz ve belki hayatımızı biraz daha yalınkat yapan çok temel bir durum var. Kitleler o kadar hareket halinde ki kimseyle doğrudan ilişki kurmuyoruz. Herkes içine kapanık. Aslında biz bakmak ile görmek arasındaki arayı açtık. Algılama aleyhine gelişen bir durum oldu. Bize o zaman yüzleşme kavramı kaldı. Gerçek anlamda görmeyi, yüzleştiğimiz vakalarla elde edebiliyoruz. O kadar çok aşinalık üretiyoruz ki yüzeyi delip içeri girmiyoruz. Yüzleşme ise o kabuğu delip içeri girme sürecinde oluşuyor. Resimler bu meseleden ortaya çıktı.

‘Yüz Göz Resimleri’ portre ise kimlerin yüzleri gözleri var? Yani kim var bu portrelerde?
Yaşam karşısında biraz yabancılaşmış, biraz şaşırmış, biraz panik, telaş içerisinde ama güçlü ve direnen figürler. Galiba hayatta yaşadığımızı net biçimde karşımıza koyuyor bu yüzler. İfadelerinden insanın duygusal hallerini çok rahat yakalayabiliriz.

Figürler gölgeler halinde. Sanki görülmeye değil görmeye yatkınlar?
Gölge kime ait? Hangi öznenin, psikolojinin, rengin, ışığın, boyutun gölgesi? Düştüğü yer nedir gölgenin? Böyle baktığımızda gölge gizem kazanmaya başlıyor. Gölge doğu toplumlarında öncelikli bir yerdedir. Aynı zamanda son derece dinamizmi ve geçiciliği olan bir yapıdır. Galiba gölge benim resmimde kaçırdıklarımızın tanığı. Bir sürü şeyi kaçırabiliyoruz, kaçırdıklarımızı yaşamın dışına iterek fakirleşmeye, yüzeyselleşmeye doğru gidiyoruz. Gölge o anlamda son derce aktif bir öğe.

Daha önce körler için de resimler yaptınız. Yine oldukça dokulu bir yüzey söz konusu. Tuvallerinize dokunulsun istiyor musunuz?
Tabii ki. Dokunmak galiba görmeyi daha aşkın bir noktaya taşıyor. Beğendiğimiz bir şeye de mutlaka onun için dokunmak isteriz. Biraz daha çaba gösterirsek duyularımız bize yaşamın artılarını eksilerini çok daha kolay söyleyebilecekler aslında.

Tuval yüzeyinde teknik bir çeşitlenmeye gittiğinizi görüyorum...
Evet, zaten resmimin özgün yanı nedir derseniz beslendiği teknik bellektir. Doğunun etkilediği yüzeye yaslanma meselesi var. Bu seri, tamamen cam altı resimlerinden yola çıkıyor. Ancak camın yerine silikon kullandım. Geleneksel yazı-resimlerin gölge etkisi ve karakterinden besleniyor, oradan bugünü kuşatmaya çalışıyor. ‘Tuz Tadı’nda metal kullanmıştım, onun yerini kâğıt malzeme aldı. Cam altı tekniğinin pırıltısını vermeye yönelik, kitsch denebilecek malzeme geldi. Çiçekler, yaldızlar, benekler...

Kitsch, yoz beğeni anlamında, hakarete varan bir tanımlamadır. Siz de kitsch malzemeyi benzer referanslarla mı kullandınız?
Bir yabancılaşmadan söz edebiliriz fakat kitle kendi değer yargılarını oluştururken son derece akademik alışkanlıklarla bu yozdur, bu aşağıdır, öteki yukarıdır diye damga basıyoruz. Aslında o insanlar kendi coğrafyaları, kendi kültürleri içerisinde hayatlarını daha güzel yapmaya çalışıyorlar. Onların güzellik anlayışı bizimkiyle uymayabilir ama bu onların aşağıda olduğu anlamına gelmez. Belki onlara belli bir mesafeden bakmamız bizim eksikliğimiz. Yani entelektüelin kendisini sürekli merkezde var ederek merkezin kodlarıyla davranma tutkusu. Bu tavrı sorgulamak gerekir. Acaba neden bu kadar önyargıyla, kalıpla kuşatılmış vaziyetteyiz?

Resminizin bir coğrafyası var mı?
Resmimin bir coğrafyası olsun istiyorum. Küresellik bu kadar pompalanırken böyle bir talep hakkımız. Resmim bu coğrafyadan beslensin, bu coğrafyaya otursun ama yeni olsun. Bu coğrafyanın duygularının resmini yapıyorum. Halk kültüründen her zaman beslendim zaten.

Sergideki resimlerinizi izlerken Chris Ofili’nin siyahi portreleri geldi aklıma. Siz de ‘siyah Türkleri’ resmediyor olabilir misiniz?
Olabilir, siyah Türkleri resmettim denebilir. Sanatımın bir coğrafyası olsun derken, çok fazla merkezde olmamayı, mümkün mertebe uzağa gitmeye çalışmayı da kast ettim. Sanatımla pek çok ilde bulundum. Deprem sırasında o bölgede sanat çadırı kurduk. Yıllar önce sanat tırı yaptık. Sekiz yıldır da Bayburt’ta Baksı Müzesi’ni hayata geçirmeye çalışıyorum. Bütün bunlar, herkesin merkeze doğru kaydığı dünyada insanın olduğu yere doğru gitme çabam. Aslında merkez giderek tükeniyor. Sanatçı ve entelektüel merkezin etrafında kalarak konformist oluyor. Şunu bilmek zorundayız: Konformizm yaşam karşısındaki direncimizi biraz daha zayıflatıyor. Onun için de merkez algıyı sorgulamak gerekiyor. Akademi dünyası yapamıyor bunu çünkü daha reçetelerle davranan bir kurum. Bunu biraz hayat sorgulayacak diye düşünüyorum.

Merkezde yer alarak merkeze müdahale edilebileceğine inanıyor musunuz?

Bu da bir yöntem ama içinde olunca sanki biraz kolay kuşatılıyorsunuz. Küpü içten büyütmeye çalışmak gibi, sonuçta küpün içinde kalıyorsunuz. Galiba merkezi algılamak için biraz dışa çıkmak, merkez nedir diye dışarıdan bakmak lazım.
‘Yüz Göz Resimleri’, 15 Aralık’a kadar Galeri Işık Teşvikiye’de görülebilir.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalHaberDetay&ArticleID=966389&Date=27.11.2009&CategoryID=113