31 Ağustos 2010 Salı
Rengarenk yatıyorsun
Sen olsan bu boş sayfaya dayanamaz, birkaç canavar çizerdin şimdi biri kırmızı biri mavi biri yeşil... Yok! Öyle her yere çiziktirenlerden değildin tabii ki canım. Ben yalvarırdım sana, ne olur şuna bir şeyler çiz diye. Kocaman kahkahanı atar, işi ucuza kapattığımı ima eden “yahu!”lu bir cümle kurar sonra çizerdin. Sevgili Ömer Uluç.
Ohh! Uzatmışsın ayaklarını denize karşı. Motor sesleri eşliğinde, küçücük yemişleri olan bir ağacın altında yatıyorsun. Kırmızı yemişli başka bir bitki dikmiş Vivet toprağına. “Yemiş cini!” Hemen yanında dalgalanan kollarıyla denizden adım atmış gibi duran eflatuni bir bitki daha… Altında deniz kabukları. Ortada yabani domatesler bitmiş. Hayat fışkırıyor yine senden, bize doğru…
İyi ki doğmuşsun velhasıl..
29 Ağustos 2010 Pazar
'Yüzlerine bakarak şiir yazamazsınız'
1 Ağustos tarihli Radikal gazetesinde yayımlandı..
Mehmet Günyeli'nin mültecileri anlatan soyut fotoğrafları Bejan Matur'un şiirleriyle sergileniyor. Bejan Matur, 'Ortada o kadar büyük bir dram var ki, duygu avcılığı yapmak çok kolay olurdu. O nedenle yalınlık bu projede çok önemli' diye anlatıyor. Sergi, Tophane'deki Sanat Limanı'nda...
İlk bakışta rengin oluşturduğu dokusuyla hayran bırakan bir yüzey fotoğrafı görüyorsunuz. Başınızı çevirdiğinizdeyse adeta şok edici birkaç dize… “Sınırı insanın/İncecik çizgi./Varlıkken/Yokluk denizi./Daha başlarken/Bize fısıldar./Çekilin/Bu bir başlangıç değil/Sondur!”
Mehmet Günyeli’nin objektifinden mültecilerin ızdırabına gönderme yapan soyut fotoğraflar ile Bejan Matur’un fotoğraflar üzerine kaleme aldığı şiirler “Kader Denizi” isimli sergide buluşuyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Sanat Limanı’nda açılan sergi büyük bir insanlık dramına dikkat çekiyor.
Sanırım artık kanıksadığımız haberler, batan mülteci tekneleri, hüsranla sonlanan kaçak yolculuklar... Siz böylesi bir farkındalığa nasıl vardınız?
Mehmet Günyeli: Müthiş bir dram yaşanıyor ama dediğiniz gibi kanıksadık artık. Ben ne yapabilirim, bunu fotoğraf diliyle nasıl anlatabilirim diye düşündüm ve mültecilerin kullandığı tekneleri temsilen Ege kıyılarındaki tersanelerde bulunan terk edilmiş tekneleri fotoğraflamaya başladım.
Şiirler nasıl ortaya çıktı? Nasıl bir araya geldiniz?
Bejan Matur: Önce başka bir öneriyle geldi Mehmet, bu projeden de söz etmişti. O zaman bir ortaklık oluştu. Vicdanımı oldukça rahatsız eden bir konuydu. Fotoğrafları gördükten sonra da minimal anlatımdan çok etkilendim. Ortada o kadar büyük bir dram var ki… Böyle bir konuda duyguları avlamak çok kolaydır. Ona tenezzül etmemiş olması öncelikle ilgimi çekti. Örneğin mültecilerin portre fotoğrafları olsaydı ben bu şiirleri yazamazdım. Çünkü o yüzlere bakarak bir şey söylemeniz, o dramın size değmediği anlamına da gelebilir. Bu fotoğraflarınsa olabildiğince soyut, çok sakin bir anlatım vardı ama çok da sertti bir yandan. Şiirime yakın buldum o dili. İlk görüştüğümüzde, içinde fotoğraflardan örneklerin olduğu zarfın üzerine hemen dört dize yazmıştım. O da sergide var.
MG: Evet burada soyut bir anlatım ve o soyutun da müthiş bir dramatik gücü var. Tamamen hayal gücüyle acıyı, hüznü, insanlık dramını anlatmak…
Böylesi acı dolu hikâyeleri hatırlatırken, sanatın malum paradoksu, estetize etme, şık bir sunum oluşturma, meseleyi gösteri haline getirme konusunda hissetmiş olabileceğiniz hassasiyeti merak ettim şimdi.
MG: Konuyu nasıl anlatmalıyım diye çok düşündüm, duygusal bir şeyi ifade ederken bunu farklı yerlere çekmek çok kolaydı. Ben fotoğraf makinesi kullanarak sanat yapmaya çalışıyorum ve fotoğraf makinesinin yaratıcılığı sınırlıdır. Tekneler üzerinde işaretleri hissettim önce. İlk çektiğim karede müthiş bir şey gördüm ve o fotoğrafa melek adını verdim. Bejan da çok güzel bir şiir yazdı. Oradan hareketle kendiliğinden çıktı hepsi zaten.
BM: Sanattan söz ediyorsak elbette bir estetiği olacak. Neticede gazetecilik yapmıyoruz, belgesel çekmiyoruz veya akademik bir çalışma değil bu. Rakamlardan da yola çıkabilirdik ama etkisi dönüştürücü olmaz. Konuyu aşkın bir dille anlatmak zorundayız. Biz yeryüzünde ülkeleri, evleri olan sakinler olarak kendimizi çok güvenli ve yerleşik sanıyoruz. Mülteciler aslında yerleşik olmadığımızı bize hatırlatırlar. Bu yüzden onları görmek istemeyiz, şiddetle yok sayarız. Bu dramın insanın hikâyesinde nereye oturduğu sorusudur aslında sanatın sorusu.
Bir şiirinizde “Ve bize fısıldanan/Bir oluş hikâyesi/Bir zamanlar ikna olduğumuz” diyorsunuz. Burada anlatılan bir oluş hikâyesi mi sahiden?
BM: Evet, bir varoluş... Türkiye’de mülteci konusu hiç bilinmiyor, literatürde burası mültecilerin bekleme odası olarak tanımlanıyor, bir koridor aslında, Asya’dan Afrika’dan Avrupa’ya bağlanan bir geçiş ülkesi. Bunu hatırlatması da çok önemli.
Aslında hem devlet hem de bu işi yapan insan kaçakçılarına karşı bir tavır var o halde?
BM: Sorumluluk hisseden ve sorumluluk hissedilmesi gerektiğini hatırlatan bir tavır.
Çalışmaya başlamadan önce biraz araştırma yaptım. Mültecilik meselesiyle, göçmenlikle Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği dışında küçük gruplar da ilgileniyor. Ama o kadar küçük ve marjinal kalıyorlar ki ne bize ne yukarıdaki yönetime ulaşıyorlar. Karakolda işkence gördüğü için öldürülen Festus Okey ile hatırlıyoruz daha çok bu meseleyi. Oysa Anadolu’nun farklı şehirlerinde küçük kamplar var, insanlar ikamete zorlanıyorlar. Bütün bunları bize hatırlatan görünmeyen bir harita sergi.
“Kader Denizi” ismi, yaşadıkları işkence gibi yolculuğa işaret ediyor değil mi?
BM: Burada bir tragedyada olması gereken bütün temalar var; ümit, ümitsizlik, kader, ölüm, acı… “Kader Denizi” ilk unsur. Şu çok çarpıcı: Teknelere bindiklerinde iki ülke arasında seyrediyorlarsa polisler tekneyi diğer ülkeye itmek için özel çaba gösteriyor. Ortada bir yerde kalıp, zaten tekneler çok eski olduğu için kolaylıkla ölümü sürükleniyorlar. Bu anlamda herkesin sorumlu olduğu bir konu.
Sanatın yazıyla ilişkisi gerilimlidir. Bu sergide fotoğrafla şiirin birlikteliği ne şekilde? Yan yana mı, birbirini tamamlayan mı yoksa birbirinden biraz rol çalan mı?
MG: İnterdisipliner projelerde sanatların birbirini güçlendirdiğine inanıyorum. Ama biraz izleyenler yorumlayacak aradaki ilişkiyi.
BM: Şiirin sergilenmesi çok sık rastlanan bir şey değil. Mültecilerin sesini duymak, şiirlerle de o sesi duyurabilmek gerek diye düşündüm. O anlamda şiirin fotoğraflarla yan yana olması ters gelmedi. Fotoğraflardan yola çıkılarak yazıldığı için de çok oraya ait. Kendi başına okunabilir ama yan yana varlıkları başka bir etki yaratıyor.
Sergide bir de video yer alıyor…
MG: 20 dakika süren, siyah beyaz, biraz belgesel niteliğinde. Bir ses var, şiirlerin tamamı okunuyor, fonda deniz, ölen mültecilerin isimleri geçiyor. Şiirleri Roza Erdem okudu; ona, ayrıca projenin başından beri danışmanlık yapan Çetin Güzelhan’a teşekkür ederiz. Beral Madra’nın desteğini de belirtmek gerek elbette.
Proje başka yerlerde de izlenebilecek mi?
MG: 2011’de Berlin Sanat Akademisi’ne davet edildi. Birkaç ülkeden daha talep var. Ayrıca Ankara’da Cer Modern’de sergilenecek. Böyle bir projeyi uluslararası platformda da sergiliyor olmak konuya daha büyük duyarlılık yaratabilir.
BM: Şunu da belirtelim: fotoğraflar ve şiirleri içeren bir de kitap yayınlanacak. Yine “Kader Denizi” başlığı altında.
30 Temmuz – 29 Ağustos
Mehmet Günyeli'nin mültecileri anlatan soyut fotoğrafları Bejan Matur'un şiirleriyle sergileniyor. Bejan Matur, 'Ortada o kadar büyük bir dram var ki, duygu avcılığı yapmak çok kolay olurdu. O nedenle yalınlık bu projede çok önemli' diye anlatıyor. Sergi, Tophane'deki Sanat Limanı'nda...
İlk bakışta rengin oluşturduğu dokusuyla hayran bırakan bir yüzey fotoğrafı görüyorsunuz. Başınızı çevirdiğinizdeyse adeta şok edici birkaç dize… “Sınırı insanın/İncecik çizgi./Varlıkken/Yokluk denizi./Daha başlarken/Bize fısıldar./Çekilin/Bu bir başlangıç değil/Sondur!”
Mehmet Günyeli’nin objektifinden mültecilerin ızdırabına gönderme yapan soyut fotoğraflar ile Bejan Matur’un fotoğraflar üzerine kaleme aldığı şiirler “Kader Denizi” isimli sergide buluşuyor. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında Sanat Limanı’nda açılan sergi büyük bir insanlık dramına dikkat çekiyor.
Sanırım artık kanıksadığımız haberler, batan mülteci tekneleri, hüsranla sonlanan kaçak yolculuklar... Siz böylesi bir farkındalığa nasıl vardınız?
Mehmet Günyeli: Müthiş bir dram yaşanıyor ama dediğiniz gibi kanıksadık artık. Ben ne yapabilirim, bunu fotoğraf diliyle nasıl anlatabilirim diye düşündüm ve mültecilerin kullandığı tekneleri temsilen Ege kıyılarındaki tersanelerde bulunan terk edilmiş tekneleri fotoğraflamaya başladım.
Şiirler nasıl ortaya çıktı? Nasıl bir araya geldiniz?
Bejan Matur: Önce başka bir öneriyle geldi Mehmet, bu projeden de söz etmişti. O zaman bir ortaklık oluştu. Vicdanımı oldukça rahatsız eden bir konuydu. Fotoğrafları gördükten sonra da minimal anlatımdan çok etkilendim. Ortada o kadar büyük bir dram var ki… Böyle bir konuda duyguları avlamak çok kolaydır. Ona tenezzül etmemiş olması öncelikle ilgimi çekti. Örneğin mültecilerin portre fotoğrafları olsaydı ben bu şiirleri yazamazdım. Çünkü o yüzlere bakarak bir şey söylemeniz, o dramın size değmediği anlamına da gelebilir. Bu fotoğraflarınsa olabildiğince soyut, çok sakin bir anlatım vardı ama çok da sertti bir yandan. Şiirime yakın buldum o dili. İlk görüştüğümüzde, içinde fotoğraflardan örneklerin olduğu zarfın üzerine hemen dört dize yazmıştım. O da sergide var.
MG: Evet burada soyut bir anlatım ve o soyutun da müthiş bir dramatik gücü var. Tamamen hayal gücüyle acıyı, hüznü, insanlık dramını anlatmak…
Böylesi acı dolu hikâyeleri hatırlatırken, sanatın malum paradoksu, estetize etme, şık bir sunum oluşturma, meseleyi gösteri haline getirme konusunda hissetmiş olabileceğiniz hassasiyeti merak ettim şimdi.
MG: Konuyu nasıl anlatmalıyım diye çok düşündüm, duygusal bir şeyi ifade ederken bunu farklı yerlere çekmek çok kolaydı. Ben fotoğraf makinesi kullanarak sanat yapmaya çalışıyorum ve fotoğraf makinesinin yaratıcılığı sınırlıdır. Tekneler üzerinde işaretleri hissettim önce. İlk çektiğim karede müthiş bir şey gördüm ve o fotoğrafa melek adını verdim. Bejan da çok güzel bir şiir yazdı. Oradan hareketle kendiliğinden çıktı hepsi zaten.
BM: Sanattan söz ediyorsak elbette bir estetiği olacak. Neticede gazetecilik yapmıyoruz, belgesel çekmiyoruz veya akademik bir çalışma değil bu. Rakamlardan da yola çıkabilirdik ama etkisi dönüştürücü olmaz. Konuyu aşkın bir dille anlatmak zorundayız. Biz yeryüzünde ülkeleri, evleri olan sakinler olarak kendimizi çok güvenli ve yerleşik sanıyoruz. Mülteciler aslında yerleşik olmadığımızı bize hatırlatırlar. Bu yüzden onları görmek istemeyiz, şiddetle yok sayarız. Bu dramın insanın hikâyesinde nereye oturduğu sorusudur aslında sanatın sorusu.
Bir şiirinizde “Ve bize fısıldanan/Bir oluş hikâyesi/Bir zamanlar ikna olduğumuz” diyorsunuz. Burada anlatılan bir oluş hikâyesi mi sahiden?
BM: Evet, bir varoluş... Türkiye’de mülteci konusu hiç bilinmiyor, literatürde burası mültecilerin bekleme odası olarak tanımlanıyor, bir koridor aslında, Asya’dan Afrika’dan Avrupa’ya bağlanan bir geçiş ülkesi. Bunu hatırlatması da çok önemli.
Aslında hem devlet hem de bu işi yapan insan kaçakçılarına karşı bir tavır var o halde?
BM: Sorumluluk hisseden ve sorumluluk hissedilmesi gerektiğini hatırlatan bir tavır.
Çalışmaya başlamadan önce biraz araştırma yaptım. Mültecilik meselesiyle, göçmenlikle Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği dışında küçük gruplar da ilgileniyor. Ama o kadar küçük ve marjinal kalıyorlar ki ne bize ne yukarıdaki yönetime ulaşıyorlar. Karakolda işkence gördüğü için öldürülen Festus Okey ile hatırlıyoruz daha çok bu meseleyi. Oysa Anadolu’nun farklı şehirlerinde küçük kamplar var, insanlar ikamete zorlanıyorlar. Bütün bunları bize hatırlatan görünmeyen bir harita sergi.
“Kader Denizi” ismi, yaşadıkları işkence gibi yolculuğa işaret ediyor değil mi?
BM: Burada bir tragedyada olması gereken bütün temalar var; ümit, ümitsizlik, kader, ölüm, acı… “Kader Denizi” ilk unsur. Şu çok çarpıcı: Teknelere bindiklerinde iki ülke arasında seyrediyorlarsa polisler tekneyi diğer ülkeye itmek için özel çaba gösteriyor. Ortada bir yerde kalıp, zaten tekneler çok eski olduğu için kolaylıkla ölümü sürükleniyorlar. Bu anlamda herkesin sorumlu olduğu bir konu.
Sanatın yazıyla ilişkisi gerilimlidir. Bu sergide fotoğrafla şiirin birlikteliği ne şekilde? Yan yana mı, birbirini tamamlayan mı yoksa birbirinden biraz rol çalan mı?
MG: İnterdisipliner projelerde sanatların birbirini güçlendirdiğine inanıyorum. Ama biraz izleyenler yorumlayacak aradaki ilişkiyi.
BM: Şiirin sergilenmesi çok sık rastlanan bir şey değil. Mültecilerin sesini duymak, şiirlerle de o sesi duyurabilmek gerek diye düşündüm. O anlamda şiirin fotoğraflarla yan yana olması ters gelmedi. Fotoğraflardan yola çıkılarak yazıldığı için de çok oraya ait. Kendi başına okunabilir ama yan yana varlıkları başka bir etki yaratıyor.
Sergide bir de video yer alıyor…
MG: 20 dakika süren, siyah beyaz, biraz belgesel niteliğinde. Bir ses var, şiirlerin tamamı okunuyor, fonda deniz, ölen mültecilerin isimleri geçiyor. Şiirleri Roza Erdem okudu; ona, ayrıca projenin başından beri danışmanlık yapan Çetin Güzelhan’a teşekkür ederiz. Beral Madra’nın desteğini de belirtmek gerek elbette.
Proje başka yerlerde de izlenebilecek mi?
MG: 2011’de Berlin Sanat Akademisi’ne davet edildi. Birkaç ülkeden daha talep var. Ayrıca Ankara’da Cer Modern’de sergilenecek. Böyle bir projeyi uluslararası platformda da sergiliyor olmak konuya daha büyük duyarlılık yaratabilir.
BM: Şunu da belirtelim: fotoğraflar ve şiirleri içeren bir de kitap yayınlanacak. Yine “Kader Denizi” başlığı altında.
30 Temmuz – 29 Ağustos
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)