Yıllardır
ne oldu, ne olacak, nasıl olacak sorularıyla zihinlerimizin bir köşesinde
duran, akıbetini endişeyle beklediğimiz İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin yeni
haline dair ilk somut adım atıldı ve “Elvah-ı Nakşiye’den Günümüze MSGSÜ Resim
ve Heykel Müzesi Koleksiyonlarından Seçkiler” adıyla bir sergi açıldı.
Dolmabahçe
Sarayı’nın Veliaht Dairesi çoktan boşaltılmış, eserler 5 No’lu Antrepo’ya
götürülmüş ve burada bir inşa çalışması başlamıştı ama pek çoğumuz müzenin
tarihindeki bu en büyük yenileme sürecinin ne aşamada olduğundan yeterince haberdar
değildik. Sanat tarihçileri, eleştirmenler ve gazeteciler olarak sorularımıza
net yanıtlar alamıyorduk. Müze hakkında en yetkili sözün sahibi MSGSÜ Rektörü
Yalçın Karayağız, “meraklanmayın” minvalinde açıklamalar yapıyordu. Nihayetinde
bir seçki sergisi, büyük inşaatı halen devam eden müzenin cadde üzerinde açılan
geçici salonlarında yer aldı. Henüz iki
küçük salonda da olsa, Türk resminin onlarca büyük ustası, çok eski, çok
özlenen bir tanıdıkla ansızın karşılaşmış gibi bir heyecana yol açıyor.
Malum
olduğu üzere, uzunca bir zamandır aslında “müze” kurumunun kendisi başlı başına
bir tartışma konusu. Tüm dünyada sanatın 20. yüzyıl ve sonrasındaki ontolojik
değişimiyle koşut bir müze yapılanmasının izinin sürüldüğü daimi süreçteyiz.
Ancak Türkiye’de bu tartışmalar hep teorik düzeyde kaldı, çünkü -yine bilindiği
üzere- modern ve postmodern dönemlere dair müze-sergi kurumu sayısı, iki elin
parmaklarını geçmeyecek kadar. Bu durumda da tüm negatif yüklemelerle birlikte
müzelere ihtiyacımız gün gibi yüzeye çıkıyor.
Bu
ülkede zihinlerimiz belirli periyodlar halinde -kelimenin tam anlamıyla-
formatlanarak toplumsal bellekten yoksun bir karaktere bürünmüş yıllardır. Çünkü
bellek bir güç, bir iktidar alanıdır ve iktidarlar hep bunun farkında olmuş. Ancak,
tarihi manipüle etmeye muktedir her erkin karşısında alınacak en yerinde tavır
unutmamak, hatırlamak, gereken önemi ve ilgiyi inadına vermektir; bellek
hatırlama ile yapılanır. Her hatırlama ise geçmişi yeniden yorumlamak, inşa
etmek, yeniden anlamlandırmak demektir. İşte bu noktada, müze olgusunun
tartışmalı karakterini paranteze alarak belirtmek gerekir ki sanat tarihinin en
birincil görevi, sanatsal anlamda toplumsal belleği zinde tutmaktır ve bu
açıdan sanat tarihimizin adeta kilit taşı olan İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin
önemi tartışmasızdır.
Tarihin müzesi – Müzenin tarihi
Batılılaşma
hareketlerinin önem kazandığı 18. yüzyıl, Avrupa’da çağdaş anlamda müzelerin de
açıldığı dönem. Fransız Aydınlanmasını esas alan Osmanlı’nın Batılılaşma
çabalarıyla toplumumuzda bir müzeye ihtiyaç duyulması ise 1883 yılında Açılan
Sanayi-i Nefise Mektebi’nden sonraya; 20. yüzyılın başına denk geliyor. Osmanlı
Meclis-i Mebusan”ı, öncelikle Batılı resim sanatının büyük ustalarına ait
eserlerin satın alınması ve Müze-i Hümayun’da sergilenmesi için bir müze
bütçesi oluşturur ve 1910-14 yılları arasında her yıl biner lira ödenek koyar.
Ancak elbette zor dönemler yaşanmaktadır ve bu ödenekte kısıtlamaya gidilir, zaman
içinde müzenin diğer ödenekleriyle birleştirilir. Sergilenecek bir koleksiyon
oluşturmak için Avrupalı büyük ustalarının eserlerinin alınmasına yeterli para
sağlanamayınca kopyalar yaptırılır; Türk ressamlardan da eser alınır ve işte böylece
“Elvah-ı Nakşiye” koleksiyonu oluşturulur. Takip eden yıllarda Osman Hamdi Bey ve
kardeşi Halil Edhem Bey’in çabaları sonucu 1917’de “Âsâr-ı Nakşîye ”
adıyla sergileme yapılır. Ancak savaş zamanı çağdaş bir müzecilik yapılması mümkün değildir ve müzecilik
mirası bu yarım haliyle yeni kurulan Cumhuriyet’e devredilir.
Cumhuriyet’in
ilanının ardından yapılan devrimlerle modern müze ihtiyacı artık belirgin
biçimde ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda sanat tarihçisi Burhan Toprak, 28
Ağustos 1936’da Yarım Asırlık Resim ve Heykel Sergisi’ni düzenler. Bu sergi,
Osmanlı-Türk resim sanatının ilk sanat tarihsel sınıflandırmasının yapılması
açısından önemlidir ve bir müze kurma mantığıyla eserler bir araya
getirilmiştir. Apar topar da olsa, Dolmabahçe Sarayı Veliaht Dairesi’nin
Atatürk’ün emriyle dönüştürülerek İstanbul Resim Heykel Müzesi’nin açılması, 20
Eylül 1937 tarihine denk düşer. Yeni bir bina yapılmasının beklenmemesinden,
acele edildiği sonucu çıkarılabilir. Atatürk’ün 1936 yılında gezip gördüğü
Yarım Asırlık Resim ve Heykel Sergisi’nden sonra müzenin açılmasına karar
verdiği de iddialar arasındadır.[1]
Nihayetinde modern Türk sanatının ilk müzesi kurulmuş olur.
Koleksiyondan seçmek – Koleksiyon
sergilemek
“Elvah-ı
Nakşiye’den Günümüze MSGSÜ Resim ve Heykel Müzesi Koleksiyonlarından Seçkiler”
sergisinde kült yapıtların yanısıra daha az görülmüş yapıtlar da dikkat
çekiyor. Ancak ağırlık yine de müze fikrini güçlendiren Halife Abdülmecit’in
“Haremde Beethoven”ı ya da Osman Hamdi Bey’in “Mimozalı Kadın”ı gibi popüler
baş yapıtlarda. Öte yandan hepsi çok sıkışık halde, dar salonlar ile mekânı
daha da daraltan koridorlar izlemeyi, resimleri algılamayı ve doğru
değerlendirmeyi daha da zorlaştırır bir yerleştirmeye yol açmış. Tüm bunlar ise
–özellikle Ankara Resim Heykel Müzesi’nde yaşananlardan sonra– eserlerin
güvenli ve uygun koşullarda saklandığı, müzecilik disiplini adına doğru bir
projenin yürütüldüğüne dikkat çekmek şeklinde özetlenebilecek serginin yapılma
niyetini gözler önüne seriyor. Banka kasasına aitmiş gibi duran kapılar,
eserlerin önünde devam eden bir güvenlik çizgisi, en ufak ihlalde alarmları
çaldıran manyetik alan ve hemen ikaz eden güvenlik görevlileri ise, yıllardır merak
edilen güvenliğe dair sorulara abartılı bir cevap niteliğinde. Ancak
olumsuzlukları görmek yerine tüm bunların böyle bir sergi için affedilir
kusurlar olduklarını kabul etmek gerekir.
Muhafaza etme gereği
Kronik
olarak olumsuzlamaktan kaçınarak yapıcı tavır almak, konu Resim Heykel Müzesi
olduğunda özellikle elzem duruyor. Ancak yine de birkaç noktayı tartışmakta
yarar var. Bunlardan biri müzenin ismi. Sergi için basılan katalogda ya da tüm
açıklamalarda müzenin ismi “MSGSÜ Resim ve Heykel Müzesi / (ICAM)” olarak
geçiyor. Antrepo binasının yenileme çalışmaları başladığında, binanın yan
cephesine “Çağdaş Sanatlar Müzesi” ibaresi asılmıştı. Keza gazetelerde de
müzenin isminin “İstanbul Antrepo 5 Çağdaş Sanatlar Müzesi”[2] olacağı
şeklinde haberler yer almıştı. Bir türlü bitmeyen restorasyon, Cumhurbaşkanının
bir anda aldığı taşınma kararıyla sonuçlanınca ortada siyasi bir karar mı var
tartışmaları da başlamıştı. Öyle ya da değil! Önemli olan, bir kurum ile bir
tarihe sahip çıkarken, toplumsal belleğin mekânı müzenin de belleğine sahip
çıkmak olmalı. Müzenin 8 bini aşan eser koleksiyonunda sadece resim ve heykelin
olmadığını, 1960’lardan itibaren yeni arayışlar ile birlikte ortaya konan
farklı malzeme ve tarzdaki eserlerin de olduğunu biliyoruz. Ancak modern ve
çağdaş kavramlarının birbirinin yerine hunharca kullanılmaması gerektiği
rezerviyle birlikte, bir geleneğe sahip çıkmak adına da isim değişikliği
yapılmadan önce bir kez daha durup düşünülmeli. Müzenin adı, içeride giriş
kısmına asılan eski küçük mermer levha ile nostaljik kalmamalı. Tüm ülke bir
şantiye alanına dönmüşken bazı şeyleri muhafaza etmek gerekliliğinin her
fırsatta altı çizilmeli. Aynı şeyi mekân için de söyleyebiliriz. Dilerdik ki Batılılaşma hareketinin
simgelerinden Dolmabahçe Sarayı’nın Veliaht dairesi kalsın, hakkıyla restore edilerek
korunsun; koleksiyonun en değerli parçaları orada yer almaya devam etsin.
Akıllara hemen şu gelebilir: müzenin açık olduğu yıllar boyunca ıssızlığından,
kimsenin gezmediğinden şikâyet edilirdi. Ancak bunun yönetimle-işleyişle ilgili
bir kusurdan kaynaklandığını, ayrıca günümüz Türkiye’sinde sanatın örneğin bir
on yıl öncekiyle kıyaslanamayacak boyutlarda olduğunu da hatırlamak gerek. Öte
yandan, isim değişikliği ile amaçlanan, örneğin sürekli yeni alımların
yapılacağı, daimi sergiler ile geçici sergilerin organize edileceği yani kurumsal
olarak da yenilikçi işleyişe sahip bir müzeye mi tekabül ediyor bilemiyoruz.
İki
sergi salonunun alt katında mimar Emre Arolat’ın imzasını taşıyan müze binası
hakkında maketler, gösterişli simülasyonlar mevcut. Anlaşıldığı kadarıyla
Antrepo binasının depo ruhunu anımsatan bir çağdaş tasarım uygulanıyor. Arolat
ile birlikte yenileme çalışmasına emek veren herkesin İRHM ruhunu anladığına,
doğru yorumlayacağına güvenmek ve beklemekten başka elden bir şey gelmiyor.