Her sorunun ardından cevabı verirken bilmediğimi ne kadar öğreniyorsam, her sorunun ardından cevabı dinlerken de, her tartışmadan sonra ve hatta her tartışma esnasında, her yazıyı okurken, her beyni okurken, her geçen gün, hep ve daima, bilmeyenlerin ne kadar da bilmediğini öğreniyorum.
Okumamakla övünenlere karşı okumakla övünen güruh ne kadar okuyor deyip duruyorum kendime. Medeni cesaretim arttıkça burnumu soktuğum her ortamda, hep ve yine daima, birilerini, bir şeyleri meğerse “gözümde büyütmüş” olduğumu kavrıyorum. Ben çok şey bilmiyorum! Ben hiçbir şey bilmiyorum! Ama bilmemekten daha bilmemek varmış. Bilmemekler hiyerarşik nizamda saygı duruşuna geçmişler! Aval aval bakanlar, zât-ı muhteremlerin kendileriymişşş…
Bir arkadaşım gözlerinden alevler fışkırarak -mesela- Deleuze üzerine yaza/maya/n birini oku/ya/madıkları için Deleuze’den nefret edenler topluluğundan bahsetmişti! – Hayır hayır, Avustralyalıydı bu arkadaşım! /// Bilgi global bişiy di mi muhterem? Evet cicim!–
Dipnotlarla kendini varedenlerden nefret etmiyorum artık! En azından sayfa numarası veriyorlar..