12 Şubat tarihli Radikal Kitap ekinden..
Arif Aşçı'ya göre İstanbul'un kedileri çabuk nefes alan, dağılan, yeniden kolayca toparlanabilen bu dinamik şehrin sokak hayatının başkahramanları
İstanbul’da bahçeli evlerin kent dokusunu meydana getirdiği dönemde her bahçede bir ya da birkaç kedi olur, köpeklerse sokaklarda kalır ama herkes bu hayvanları ortaklaşa beslermiş. Az sayıda insan, bir kediyi evine alıp sahiplenirmiş. Yani ev ya da sokak kedisi değil, evlerin kedileri varmış geçmiş dönemler. Bir İstanbul âşığı fotoğraf sanatçısı Arif Aşçı, altını üstüne getirip her haliyle makinesine sığdırdığı kent kompozisyonlarında kedileri başköşeye oturtuyor bu kitapta; günümüzün sokak kedilerini.
Doğanın başyapıtı
Kitap, Aşçı’nın kaleme aldığı harika bir metinle sunuluyor. Sanatçının kendi kedisi Sarı’nın macerasıyla başlayan bu metinden neler neler öğrenmiyoruz ki... Toprağı işlemeye başlayan insanların tarlalardaki farelerle baş edebilmek için evcilleştirdiği kediler, o günlerden beri ne yaşamışsak ceremesini bizimle birlikte çekmiş havyanlar olmuş. MÖ 5. yüzyıldan itibaren Mısır’dan yine farelerle mücadele için gemilere misafir edilmiş ve böylece dünyaya yayılmışlar... Bir kedi-tanrıça olan Bastet, kedilerin avcılığına olan hayranlık nedeniyle bu mertebeye layık görülmüş Mısırlılarca. Bizans, bir kedi şehriymiş. İstanbul’un kedi cinsi bolluğu, gemilerle gelen envai çeşit kedinin melezleşmesiyle oluşmuş. Ortaçağ’da uğursuz sayılıp katledilmiş güzelim hayvanlar. Eh veba salgını da almış başını gitmiş haliyle. Leonardo da Vinci “Doğanın başyapıtı!” dediği kedileri defalarca desenlemiş. Kedi sahibi olmak, Aldoux Huxley’e göre yazar olmanın başlıca zorunluluklarındanmış. Batı ya da Türk edebiyatında kedisi olan, kedilerinden bahseden, kedileriyle fotoğraflanan onlarca edebiyatçı varmış...
Ataç’ın Tevfik Fikret’i kast ederek söylediği şu söz, “birinin huyu diğerine benzemeyen” kedilere methiye niteliğindeki ‘Kedi’ başlıklı denemesinin ilk cümlesiymiş mesela: “Kimsenin zevkine karışılmaz, kedileri illa herkes sevsin demeyeceğim, ama ben, kedi sevmeyenlerle anlaşamam.” Ya da Aşçı’ya göre en güzel kedi hikâyesi, Selim İleri’nin yazdığı, yiyeceğini kör bir kediyle paylaşan yine bir kedinin hikâyesiymiş, yazarına şefkati öğreten. Kim bilir, kitaptaki bir fotoğraf, İleri’nin anlattığı kedinindir belki. Veya bir fotoğrafında Tanpınar’ın kucağında huzurla yatan kedi, yine kitapta Narmanlı Han’da uyuklayan kedilerden birinin büyük dedesidir belki de!..
İstanbul’un kedileri, Aşçı’ya göre çabuk nefes alan, dağılan, yeniden kolayca toparlanabilen bu dinamik şehrin sokak hayatının başkahramanları. Sanatçı ‘o mükemmel an’ın peşinden koşmamayı tercih edip ‘herhangi bir an’ı fotoğraflayarak, aslında kentin vesikasını kedisiyle oluşturmuş. Kitap böylece, sanatçının üslubu haline gelen o çok şey anlatmayan gibi gözüken ama dikkatli bakan gözlere aslında çok şey anlatan fotoğraflarını, ama bu kez kedi fotoğraflarını bir araya getirmiş. Bağırarak değil, göstermeyerek, gizleyerek, saklayarak derdini anlatan fotoğraflar bunlar.
Fotoğrafların siyah beyaz oluşu, plastik dokuyu güçlendiriyor. Resim eğitiminden gelen sanatçı, bu avantajını hissettiriyor kadrajlarında. Bazı kompozisyonlar hınzır kedi hikâyeleri anlatırken, bazıları başkahraman kedinin anlattığı insanlık hikâyeleri olabiliyor. Ama kitap şunu dosdoğru hissettiriyor: Her yer onların; bir mezar üstü, ağaçlar, sur yıkıntıları, açık pencereler, antik sütun tepeleri... Böylesi bir özgürlüğü kim istemez?
İSTANBUL’UN SOKAK KEDİLERİ
Arif Aşçı
İş Bankası Kültür Yayınları
2010
226 sayfa
50 TL.
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetay&ArticleID=979822&Date=12.02.2010&CategoryID=40