Dijital imkânların ulaştığı nokta, bu medium’la üretirken onun sunduklarını dinleyip öğrenmeyi, ondan beslenmeyi, bir devinim içinde onunla birlikte dönüşmeyi getiriyor. Dalgalar sergisinde olan da bu…
Eleştiri disiplininin sağlam zemin üzerinde kurumsallaşması niyet ve çabaları, sanat hakkında dil ile kurulan yapıyı statik bir düzleme hapsetmemek, tam tersi dinamik olmak zorunda. Böylesi bir zorunluluk günümüzde yeni medya sanatının payının büyümesiyle, bu sanatı anlama ve yorumlama çabaları ekseninde her türlü manevraya da açık olmalı; sanatın kendisi zaten durağan değilken betim ile onu durağanlaştırmaya karşı bayrak açmalı. Daha söze dökmeye başlamadan değişen, dönüşen bir hız söz konusu. Dil, kendini aktarımdan kurtararak yorumlamaya gitmeli ancak epistemik bir kopuş her şeyi başlamadan bitirebilir; doğrudan fayda güdülmüyor olsa bile yazma niyetini ortaya çıkaran ilk sebepten uzaklaşılmamalı.
Konumuz bir yeni medya sergisi. O halde, yorumu özgür kılabilmek için önce konu hakkında bilgiyi vermek gerek: Serginin adı: Dalgalar / Küratör: Ebru Yetişkin / Sanatçılar: Alp Çoksoyluer, Alper Derinboğaz, Ayşe Gül Süter, Buşra Tunç, Candaş Şişman, Deniz Kader, Erdal İnci, Korhan Erel, Osman Koç, Ozan Türkkan, Refik Anadol. Mekân: Blok Art Space galeri mekânı ve hemen onun yakınındaki yeniden inşa halinde olan eski bir bina.
Yeni medya sanatı, 1990’lı yıllardan beri özellikle dijital teknolojinin gelişmesiyle yaygınlığa ulaşan bir sanat biçimi; aslında bir biçim olmaktan çok bir sanat dili. Bilim ve teknolojinin verilerinden yola çıkıp sanatın yaratıcı aklını ve sezgisel ruhunu dahil eden sanatçıların oluşturduğu bu dil, medium’u araçsallaştırarak kullanmanın ötesinde. Sanat tarihinde tekniği kullanırken her daim biçimlenen sanatçıyı tespit etmenin kendisi bile artık oldukça arkaik. Dijital imkânların ulaştığı nokta, bu medium’la üretirken onun sunduklarını dinleyip öğrenmeyi, ondan beslenmeyi, bir devinim içinde onunla birlikte dönüşmeyi getiriyor. Dalgalar sergisinde olan da bu.
Dalga, pek çok küratörlü sanat sergisinin adında olduğunun aksine burada bir metafor değil, gerçeğin kendisi. Ses, ışık, beyin dalgaları, dalgalanmalar, gelgitler; tekrarlı bir hareket, salınım… Teknolojik yeniliklerin soluduğumuz hava kadar hayatımıza dahil ettiği elektromanyetik dalgalar… Sözlükte ondan fazla tanıma sahip bir kavram dalga. Çoğunlukla bir merkezden dışarı doğru yayılmaya dair… Fizikten devralınan bir kavram ancak iletme, aktarma, yayma gibi işlevleri meseleye toplumsal düzlemi de dahil ediyor. Bir yerde söylenen ya da söylenmeyen söz, yaşanan ya da yaşanmayan olay, yapılan ya da yapılmayan hareket dalga efektiyle kişiden kişiye zincirleme etki yaratarak tüm yaşamı belirliyor, bir andaki milyarlarca hareket güncel toplumsal mutasyonu oluşturuyor. Tüm karşılıklarıyla düşünüldüğünde dalga, bir fizik terimiyken hayatın rutinine sirayet eden müthiş bir gerçeklik sembolüne dönüşüyor. Sergi, işte böylesi gerçekliği deneyimleme olanakları sunan ve Türkiye’deki yeni medya algısı düşünüldüğünde birbirinden önemli işlerden oluşuyor.
Küratör Ebru Yetişkin, Türkiye’de yeni medya sanatı üzerine kuramsal olarak da çalışan sayılı isimlerden. Sergi için kaleme aldığı metindeki şu kısım izahata gerek bırakmaz nitelikte: “Teknolojik, bilimsel, ekonomik, jeolojik, toplumsal, psikolojik ve siyasi enerji ağlarına dönüşen bedenler ve maddelerin oluşturduğu dalgalar, bugün veri yığınlarına dayalı algoritmik regülasyonun eşlik ettiği post-totaliter yönetim zihniyetinin nasıl işlediğini açığa çıkaran semptomlar sunuyor.”
Sergideki çalışmaların çoğu, izleyiciyi katılımcıya dönüştürerek bir deneyim yaşatmak şeklinde düşünülmüş. Candaş Şişman’ın ses dalgaları amaçlayarak metal yaylar ve motor sistemleriyle kurduğu interaktif enstalasyonu Re-conn-act; Erdal İnci’nin ışıklı çubukları ekranda görüntü ve sese dönüştüren ve izleyicinin bedenini performatif olarak kurgulayan Formaphone; Osman Koç’un beyin dalgalarıyla herkesin kendi film kurgusunu yaptığı çalışması Hipermevcudiyet; Ozan Türkkan’ın insan sesini ışıkla ve yankıyla karşılayan kuyusu Well; Refik Anadol ile Alper Derinboğaz’ın içine girilebilir mekânsal simülasyonu Pasaj, kesinlikle ‘yaşanması’ gereken çalışmalar. Elektronikten dijitale çoktan evrilen ve artık post-dijital aşamasına ulaşan bu dönemde sergideki işler –yine küratör metnine baktığımızda–: “ses-bedenlerin, nöron-bedenlerin, sismik-bedenlerin, kalabalık-bedenlerin, ışık-bedenlerin ve yay-bedenlerin oluşturduğu dalgaları yeniden kullanmayı, geri dönüştürmeyi, işleme ve sürece tabi tutarak başkalaştırmayı deniyor.”
Sergi için asıl mekân olarak sterillikten epey uzak, içinde inşaatın hâlâ devam ettiği dört katlı bir bina seçilmesi, pratik anlamda kurulum konusunda epey zorluklar çıkarmasına rağmen dijital dilin algılanmasında yarattığı çok katmanlı durum ile kesinlikle doğru bir tercih olmuş. Böylece, çalışmalarla birlikte mekân da bedeni uyarıcı bir unsura dönüşmüş. Üstelik Ebru Yetişkin, “enerji politikalarının güdümündeki güncel kapitalizm içinde dalgalar, enerji kaynaklarının hakim üretim hatlarıyla taşınmasını sağlıyor gibi…” diyerek enerji politikalarına dair iki önemli noktaya vurgu yapma niyetini beyan ediyor. İlki, yenilenebilir, geri dönüştürülebilir ekolojik enerjinin karşısında hayatı gasp eden, ülkeyi beton çöplüğüne dönüştüren enerji ve inşaat politikasına dair. Meselenin ikinci kısmı bizzat bireyi ilgilendiriyor. Aşırı dijitalleşme insan algısını anlık hale getirdi ve bu, her şeyden önce bilgiyle kurulan ilişkide bir tehdit unsuru oluşturuyor. Ayrıca otonom bireyler olarak üstelik çoğunlukla farkında olmaksızın hakim politik söylemlere dahil oluyor ve hatta stereotipleri yeniden yeniden üretir hale geliyoruz. Çalışmalar ve sergilenme biçimlerinden metin kurgusuna sergi, bu eksenlerde makro düzeylerle kurulan bireysel ilişkilere dönme gerekliliğini, bireyin kendisinin nasıl birer medium haline geldiğini hatırlatarak salık veriyor.
Dalgalar, Küratör Ebru Yetişkin’in Kakafoni ile başladığı bir üçlemenin ikinci ayağı. Açılışta ve sonrasında çeşitli performansların da gerçekleştirildiği sergi, kalabalık sanatçı grubunun yakaladığı ortak dil ile zaman zaman tek bir çalışma gibi algılanabiliyor; ki bu, kurumsal sponsor desteğinden yoksun serginin pek çok imkânsızlıkla başa çıkan kolektif ruhunu gözler önüne seriyor. Öte yandan, ‘dalgalar’ı sanat düzlemine taşıyan görsel-işitsel yollara metin okumaları ve kavramı mimarlık, sosyoloji, fizik, felsefe, politika ve siyaset alanında değerlendiren tartışmalar eşlik ediyor. Ayrıca sergi, üniversitelerdeki laboratuvarların bağımsız araştırmacı ve sanatçılara açılmasına önayak olmak gayretini de taşıyor. Nihayet ülke yeterli donanıma sahip haldeyken sergiden sonra yeni medya alanında çalışmak isteyenler için işlerin biraz daha kolaylaşması temennisi söz konusu.
Günümüzde modern disiplinler arasındaki ayrım muğlaklaşıyor ve disiplinlerüstülük hatta aşırılık kavramına ulaşılıyor. Hem bilim ve teknolojinin hem de sanatın yararına olabilecek bir gerçeklik var artık. Sanatın ulaştığı nokta, yepyeni, denenmemiş, araştırmaya açık pek çok ifade formu bulabiliyor oluşu; üstelik –tekrar edersek– form bizzat ifadeyi de şekillendiriyor. Dalga sergisinin kendisi formu ve ifade ettikleriyle performatif bir deneyim alanı oluşturarak kurulacak yeni dünyalar için dalga ritmini başlatıyor.