Radikal Kitap'ta yayınlanmıştır..
Görsel-işitsel-dilsel ve birçok başka türlü -sel’li/-sal’lı etkinin orantısız biçimde büyüyerek hayatımızı daha fazla işgal ettiği günümüzde kültür-sanat tüketimi de hızla artmakta. Bugün onlarca sanat galerisi; sayısı her geçen yıl artan özel müzeler, kültür merkezleri; sanat haberlerine daha fazla yer ayıran gazeteler, televizyonlar, dergiler; sonsuz olanaklarıyla internet; yeni çevrilen, basılan kitaplar; paneller; sempozyumlar vd. arasında salınan genç bir plastik sanatlar izleyicisine, bundan çok değil en fazla 20 – 25 sene öncesini anlatıp, öylesi bir ortamın varlığına farkındalığını sağlamak pek kolay olmasa gerek. Söz konusu genç izleyiciyi ikna etmeye zorlanmanın asıl nedeni ise yakın geçmişimizin bugünkü bolluk günlerimize kıyasla bu derece yoksul oluşu değil; asıl neden toplumsal bellek yoksunluğumuzundur olsa olsa. Zira 12 Eylül sonrası apolitizasyon politikası, salt gayrı-politik bir düzeye çekmekle kalmadı, gayrı-düşünsel, geçmişinden bihaber, yüzeysel, pop bir yaşam biçimine maruz bıraktı 98 kuşağını.
Bahsettiğimiz “belleksizlik” olgusunu Türk plastik sanatlarını esas alarak düşünürsek, batılı anlamda Türk sanat tarihinin dökümü yapan, nitelikli, özgün, bilgisiyle-belgesiyle temel kaynak niteliğine sahip bir kitabın hala yazılmadığını görürüz. Bireysel çabaların kurumsal düzeye evrilmesine rağmen dar bir ortamda gerçekleştirilen sonuçsuz tartışmalar, eleştiri geleneğinden yoksun sanat üretimimiz dahilinde ayakları bu topraklara basan bir sanat tarihi yazımının gelişmesini sağlayamamıştır bir türlü. Ancak dedik ya, artık bolluk günlerimizdeyiz!
Tüm bunlarla beraber -ironiyi de bir kenara bırakarak-, dillere pelesenk olmuş “Türk sanatında eleştiri eksikliği” yakınmalarını sinik biçimde tekrar emek yerine, üretim birikiminin bellekleri besleyeceği ve bilinç düzeyinde yaratacağı sıçramayı umarak belirtelim ki; iyi niyetli çabalarıyla bu alanda yapılan araştırmalar gün be gün artmakta. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından basılan “Seksenlerde Türkiye’de Çağdaş Sanat: Yeni Açılımlar” bu anlamda atılan son adım. Editörlüğünü İpek Duben ile Esra Yıldız’ın yaptığı çalışmanın amacını Duben, “Türkiye’de çağdaş sanatta 1960’ların ikinci yarısı ile 70’lerde görülen ve 80’li yıllarda yaygınlaşan kırılmaları 90’larda ve 2000’li yıllarda çalışmalarında sürdüren sanatçıları mercek altına almak” biçiminde özetliyor.
Batı sanatı, Duchamp sonrası kırılmayla sanat-hayat birlikteliğinde “sanat olmayan”ı amaçlayan bir çizgiden 80’ler itibariyle tekrar resme yönelmişken; ülkemizde, 1977 yılından itibaren süren Yeni Eğilimler sergisinin de etkisiyle formellik dışı sanat arayışları yeni gündeme gelmiş sayılır. Grup ya da üslup değil, bu kez birey olmanın neredeyse dayatıldığı liberal dönüşüm günlerinde Türk sanatı, 1960’ların ikinci yarısı itibariyle Altan Gürman ve Füsun Onur’un yenilikçi çabalarının izindeydi. Kitle kültürünün yüksek kültür temellerini sarstığı 80’lerde sanatçılar, 12 Eylül cuntası gölgesinde üretim yapma mecburiyetindeydiler. “Seksenlerde Türkiye’de Çağdaş Sanat: Yeni Açılımlar” adlı kitap, eleştirinin saklı kalmaya mahkûm olduğu bu dönemde fikirlerini gizlemek istemeyen ve palazlanan piyasa ilişkilerinden uzak kalmaya çalışan sanatçıların bireysel öykülerini anlatıyor.
Kitap, İpek Duben’in 2003 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nde verdiği Eleştirel Teori Semineri dersi ile başlayan ve daha sonra öğrencileriyle workshop şeklinde devam eden çalışmalarının derlenmesiyle oluşturulmuş. Modernizm – Postmodernizm ekseninde yürütülen tartışmalar, Türkiye’de çağdaş sanat pratikleri esas alınarak devam etmiş. Böylece öğrenciler Esra Yıldız, Çiğdem Kaya, Rana Öztürk, Deniz Meltem Çebi, Çiğdem Sağır, Hande Dedeal, Bilgen Yılmaz, Asuman Kırlangıç ve Seçil Serpil, 80’lerde çalışan çağdaş sanatçılar hakkında makaleler yazmışlar.
“Yeni açılımlar” doğrultusunda çalışan 18 sanatçı ile Sanat Tanım Topluluğu’nun incelendiği kitapta dönemin sanatçılarının bireysel çabalarını bir arada bulmak, bugünden geçmişe bakıldığında görülenler ile bugünün algısını etkilemesi açısından da önem taşıyor. Ancak hemen sormak gerek: Sanatçı biyografileri bir dönemi anlamaya yeter mi? Yetmeyeceği hesaplanmış olmalı ki kitabın kapsamlı sayılabilecek giriş bölümünde, dünya ile Türkiye’de 80’li yıllar sanatına dair bir perspektif çiziliyor; bu bölümü Esra Yıldız kaleme almış.
Kitabın önsözünde Duben’in bahsettiği şu tespitin altı çizilmeli: “Türkiye’de çağdaş sanat izleyicisine sanat tarihini, evrimin süreçlerini izlettiremeyen modern sanat müzeleri ve grup sergileri her sanatçının ve her bir serginin kendi tekliği içinde algılanmasına neden olmuştur. Türk sanatının içindeki diyalog ve enerji akımı izlenmeden seyircinin sanatı algılaması, anlamlandırması, etkilenmesi birbirinden kopuk ansal deneyimler olmanın ötesine gidemez.”
Bu eleştiriyle başlayan, alanda benzer içerikte ve iddiada bir çalışmanın -bazı karma sergilerin sınırlı içerikle yapılan katalogları sayılmazsa- olmayışı ile kitap, ister istemez “temel kaynak” yanılsaması yaratıyor, beklentilerin daha başta yüksek tutulmasına yol açıyor; bu ise kitabın dezavantajı. Çünkü akademik bir ortamda gerçekleşen çalışma kitaplaştırılırken yazarlarının, muhtemelen ince eleyip sık dokunmadan seçilen öğrencilerden oluşması, kitap ilk bakışta öğrenci çalışması izlenimini vermese de metinler okundukça bu durum kendini hissettiriyor. Örneğin, her metnin farklı bir kalemden çıkması fikir itibariyle zenginlik yaratacağı yerde tekrarların artmasına yol açmış. Kitabın sanat eleştirisinde, sanat tarihi yazımında çalışacak yeni isimleri teşvik etmek gibi kayda değer bir amaca sahip oluşu, teksesli ortam düşünüldüğünde çok önemli ama sözünü ettiğimiz deneyimsizliğin üstesinden gelmek daha titiz bir editoryal çalışma ile mümkün olabilirdi elbette.
Akademik bir ortamda ve akademik kaygılarla oluşturulan, akademik dil ve biçime sahip 2003 – 2004 yıllarında hazırlanan metinlerin güncellenmeden kitaba dâhil edilmesi önemli bir eksiklik yaratıyor. Yukarıdaki alıntıda belirtildiği gibi doğru eleştirilerle yola çıkılarak ve böylesi boşlukta bir parça da olsa açık kapatma niyetiyle hazırlanmış kitap, günümüze kadar yapılan akademik çalışmalara, her gün yenilenen gündeme, her yeni çıkan kaynağa, yapılan her tartışmadan çıkan sonuca, yani tüm akışa göre gözden geçirilmeliydi. Özellikle son yıllarda, 80’lerde çalışan sanatçılar özelinde gerçekleştirilen tezlerin görmezden gelinmesi, kitapta eleştirilen diyalog ve enerji akımının eksikliğinin tekrarına neden olmuş gibi gözüküyor.
Bazı sanatçı metinlerinin, yüzeysel denebilir ölçüde kronolojik bir döküm biçiminde olması, yine akademik bir çalışma için pek kabul edilebilir değil. Derli toplu bir kaynağın, kaynaklara ulaşılabilecek kapsamlı bir arşivin olmayışı gibi imkânsızlıklara karşın çalışmanın zorluğu takdire şayan olsa da hayatta ve ulaşılabilir bazı sanatçıların bizzat kendileriyle ve yine döneme tanıklık eden başka isimlerle görüşülmemiş oluşu, kitabın sözlü tarih çalışması bakımından eksikliğinin göstergesi. Bu ve benzer eksiklikler bir araya geldiğinde, örneğin Füsun Onur için, salt Postmodernizm’e atfedilen biçimlerle uğraşması nedeniyle “modernizmi sorgulayan” denebilmiş ya da senelerdir söylenegelen ve kendisinin de reddettiği “minimalist” gibi bir sıfat sanatçıya kolaylıkla yakıştırılabilmiş.
Duben’in önsözde belirttiği gibi kitapta “her yazarın ele aldığı sanatçıyı kendi yorumuyla incelenmesi” amaçlanmış, bu durum monografilerde tekrarlara yol açmış, “sanatçılar arasında kesişen çizgiler belli kategoriler altında toplanarak” karşılaştırılmamış, “metinler genellikle ince eleştiriye girmeden yapıtları tanıtmayı” amaçlamış ama öğrenciler işlerin birçoğunun ve yerleştirmelerin tümünün orijinallerini görmemiş, görsel malzeme ve söyleşilerden yararlanılmış. “Dolayısıyla bu çalışma bir değerlendirmeden çok tanımlamayı amaçlamış” ve öyle de değerlendirilmeli.