Gençsanat dergisi Mayıs sayısında yayımlandı..
Yazı resim kaynaklıdır; veya tersini söylersek resim yazı kaynaklı. Bugün neredeyse tüm dillerde fonetik semboller kullanılsa da eski zamanlarda hiyeroglif, piktogram ve ideogramlar yani resimsel imgeler kullanılıyordu. Çince ve Japoncada ise mevcut yazı dili halen görsel temsile dayanıyor. Yani her sözcük aslında anlattığı objenin resminden hareketle oluşmuş. Yaklaşık 200 temel ideogramın kullanılmasıyla 40.000’i aşkın Çin ve Japon karakteri meydana geliyor. Böylesi bir dilin usta ellerde yazıya aktarılarak varabileceği hem görsel hem de anlatımsal zenginliği düşleyebiliyor musunuz?
Çin ve Japon geleneksel sanatlarına ait yazılı eserlerin gücü tam da bu resimselliğinden ileri gelirken, İslam estetiğinin ürünü hat sanatı ise kendine özgü kaideleriyle tamamen farklı bir anlayıştadır ve biçimsel gücünü çizgisellikten alır. Hat sanatının özellikle Osmanlı’da vardığı tepe noktanın tüm dünyayı kendine hayran bıraktığı bilinen bir gerçektir. Öte yandan bizim bugün kullandığımız yazı karakterleri olan Latin harfleri de Avrupa’da yüzyıllardır kaligrafik anlayışla, yine kendi estetik değerlerini yaratan bir disiplin halinde icra edilmektedir.
Tüm bu yazı stillerinden seçkin örnekleri bir araya getiren “Fırça ve Kalemin İzinde Sınırları Aşmak - Doğu ve Batı Yazı Sanatından Seçmeler” sergisi Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi’nde açıldı. Kültürler arası farkların olduğu kadar benzerliklerin de, yazı gibi toplumsal iletişimin biricik ürünü ile gözler önüne serildiği sergi, “2010 Türkiye’de Japonya Yılı” etkinlikleri kapsamında düzenleniyor. Sergide, SSM hat koleksiyonundan seçilen Osmanlı dönemi eserleriyle; Japonya’daki Kampo Müzesi’nden gelen, dövülmüş mürekkebe batırılan fırçayla yazılan Çin ve Japon kaligrafi örnekleri; ayrıca Latin kaligrafisinden tarihsel örnekler ve MG Latin Kaligrafisi Okulu sanatçılarının yazdığı Türkçe metinlerin yanı sıra bezemeli mürekkep taşları, oyma taş mühürler, fırçalar, tüy kalemler, kağıt örnekleri gibi yazı malzemeleri yer alıyor. 27 Haziran’a kadar sürecek serginin küratörlüğünü ise SSM Baş Danışmanı Dr. Filiz Çağman, Japonya’daki MG Latin Kaligrafisi Okulu Başkanı Muriel Gaggini ve Kampo Müzesi Direktörü Yuri Harada ile birlikte üstlenmiş.
Sergideki parçalar birbirinden değerli, ancak zihinlerimizin aşinalığından kaynaklanıyor olsa gerek, hat sanatı ve Latin harfleri örnekleri bir adım geride kalırken önce dikkatleri Çin ve Japon ama özellikle de Çin yazıları çekiyor. Çin yazı üslubuna ait bilinen en eski örnekler, 3300 yıl önceki Yin hanedanına ait. Sergide de bu dönem ile ilişkilendirilen hayvan kemiği üzerine yazılmış bir yazıyı görmek mümkün. Etkileyici karakterini minimallikten alan, boşlukla kurduğu ilişkiyi estetik anlayışının temel noktasına oturtan Çin kaligrafisi, zengin bir felsefi arka plana da sahip. Eski yazı ustalarının bir açık hava parkında kocaman fırçalarını suya batırıp kızgın yerin üzerine yazdıkları muhteşem tümcelerin birkaç dakika içinde buhar olup gidişlerini seneler önce bir vesileyle izlerken, bu derin felsefeye hayranlık duymamak mümkün değil.
Japonya’ya ise Budizm’in 553’de girmesiyle değişen estetik algılar, Çin etkili bir yazı üslubunu beraberinde getiriyor. Japoncada kanji denen karakterler ilk alfabeyi oluşturmuştur. Çince gibi geleneksel olarak vertikal yani yukarıdan aşağıya ya da sağdan sola yazılan ve okunan, “Shodo” denen bu yazı stiline ait sergide, usta kaligraf Kampo Harada’nın fırçasından çıkma birbirinden değerli yazılar yer alıyor. Örneğin bir küçük mühür yazısındaki şu sözler hayli etkileyici: “Bu ıssız güz gecesinde seni düşünüyor, özlüyorum. Yalnızım, yavaş yavaş yürürken soğuk gece göğünün altında bir şiir okuyorum. Düşen birkaç çam kozalağının dışında dağ sessizliğe bürünmüş. Hayalimde hala uyanıksın.”
Fırça vuruşlarının kıvraklığını, karmaşık karakterlerin incelikle uygulandığı kağıt üzerinde izlemek, her metnin anlamını da çözme isteği uyandırıyor haliyle. Kampo Müzesi Direktör Yuri Harada’nın ifadelerini aynen aktarırsak; “Doğunun güzel yazı sanatı, muazzam bir ritmik kombinasyonlar yelpazesine sahip çizgilerin dinamik bir uygulamasıdır. Birbirini izleyen fırça darbelerindeki sonsuz değişkenli denge, her karakterin akışkanlığı ve gerilimi, gücü ve oranı, temel bir formun, yazanın kişiliğinin ve o anın benzersiz bir ürünüdür. Dil, göz ve el, kaligrafi aracılığıyla bilincin derinlikleriyle bağlantı kurar.”
İslam dininin ortaya çıkışıyla gelişen Arap yazısı, Halife Hz. Ali’nin döneminde devletin başkenti Kûfe’ye atfen “kûfi” adını alır. Zamanla belli kurallar dizgesine bağlanan yazı, kültürün zenginliği içinde çeşitlenmiş ve gösterişi artmıştır. Arapçada çizgi, sınır, yol anlamlarına gelen hat kelimesi güzel yazı sanatı ismi olarak “hüsn-i hat” denmiştir. Hat sanatına ait, müze koleksiyonunun en değerli parçalarının yer alması bu sergiyi ayrıca önemli kılıyor. 15. yüzyıla ait “hareketli nesih”le icra edilmiş bir kuran; yine aynı dönemlerden Şehzade Korkut’un kaleminden çıkma nadide kuran; 18. yüzyılda, Şeyh Hamdullah’a ait, ebru kâğıtla çerçevelenmiş kıt’a ve meşkler; 15. yüzyıl sonundan, bir metreye yakın uzunlukta şerit halinde kuran sureleri; hattatların el alışkanlıklarını yitirmemek için yaptıkları, serbest tarzlarıyla dikkat çeken karalamalardan seçmeler; murakkalar, levhalar ve daha nicesi…
Latin harfleriyle yazılmış en eski metinler İÖ 700’e tarihlenir. İtalya yarımadasındaki Etrüsk egemenliğinde yaşayan Latin halkının dilini yazıya dökmek üzere geliştirilmiş olan bu yazı dili, 15. yüzyılda matbaanın icadından önce genellikle balmumu tablet, hayvan derisi parşömen ve papirüs üstüne yazılırdı. Sergide yer alan örneğin 13. yüzyıla ait Gotik harflerle yazılmış İncil örneğinde olduğu gibi Latin yazısı, çoğunlukla kitapları kopya etmede kullanıldığı için stilize, belirgin ve okunması kolay büyük harfler şeklinde. Bir diğer örnek ise belge ya da mektuplarda kullanılan üsluptaki gibi yuvarlak bir biçime sahip. Yazıların olduğu kadar süsleme amaçlı resimsel bezemelerin de dikkat çektiği Latin kaligrafisi örnekleri arasında kutsal tören kitaplarından sayfalar, bir Flaman takvimi ve birçok farklı kitap sayfaları, ayrıca tüy kalemler, parşömen, gümüş kalem ve hokka gibi yazı malzemeleri yer alıyor.
Doğu ve Batı kültürlerini bir arada sunma, böylece üzerinde yaşadığımız coğrafyanın da özgün kültürünü ortaya koyabilmek için sanat alanında harcanan çabaların, Oryantalist olma noktasına düşmeden gerçekleştirilmiş kayda değer bir örneği bu sergi. Ancak Latin Kaligrafisi Okulu öğrencilerinin yazdıkları Türkçe metinler, diğer eserler yanında öncelikle biçimsel kıyasla oldukça güçsüz kalıyor. Türkçe şiirler, özlü sözler vd. kâğıda aktarılırken yazı için harcanan özene karşın ortaya çıkan renk cümbüşü, üç kültüre de ait eski koleksiyon parçalarının zarif beğeni ürünleri yanında hakikaten çirkin kalıyor. Bunların arasında dolma tarifi veren bir levha ise evlere şenlik doğrusu!