Bu yazı Gençsanat dergisinin Kasım 2008 sayısında yayımlanmıştır..
Türk sanatı ile gazete, dergi, radyo, televizyon ve internetin genel adı medya arasındaki ilişki, ilk etapta tek taraflı olarak, yani medyada sanatın yer bulması bakımından eskilere giderken sanatın medyayı keşfi ise çok daha yeni.
Türk sanatında 1960 ve 70’lerdeki yalıtılmışlığın 1980’li yıllarda sona ermesi, bu dönemden sonra medya sektörünün de büyümeye başlaması ile doğru orantılı. Ancak zamanla sanat ve medya ilişkisi, sermayenin egemenliğini medya araçlarıyla sürdürmeye başlaması sonucu pek sağlıklı bir görünüm vermez.
“Gerçek” ile “imaj” yer değiştirirken Türk medyası sanata ne kadar ve nasıl yer veriyor? Bu soruların yanıtları, medyanın genel karakteri hakkında bazı ipuçları da taşır. Örneğin bugün Türk medyasının genelinde dedikodu haberlerine “magazin” denmesi, eğlence piyasası üreticilerinin de “sanatçı” olarak adlandırılması, mevcut popülist eğilimi işaret eder. Sanat, kültür ve hatta mimarlık, güncel medya için hala marjinal konular.
(...)
Gazeteler
Bugün tıpkı televizyonların salt reyting/izlenme kaygısı gütmesi gibi gazeteler de yayın politikalarında satın alınma esasını birincil tutuyor. Elbette para kazanma amacından ötürü hiçbir ekonomik işletmeyi suçlayamayız ancak burada uzun uzadıya tartışamayacağımız “medya etiği”nin çıkarcı inisiyatiflere terk edildiği de bariz şekilde ortada.
Gazetelerde kültür ve sanata en büyük yer sinema için ayrılıyor. Plastik sanatlar eksenli etkinlikler için “ne-nerede”yi pek geçmeyen kısa bilgiler veriliyor. Türkiye’de basılan 31 (bu rakam internet araştırması sonucu elde edildi) günlük ulusal gazeteden yalnızca birkaçı istikrarlı şekilde kültür – sanat sayfası yapmaya devam ediyor.
Kültür – sanat haberlerine yer veren gazetelerin en büyük sorunu ise, sanat alanında uzmanlaşmış muhabirlerinin olmaması. Plastik sanatların kendine özgü diline hâkim olmayan, yorumdan uzak, etkinlik seçmede yine çıkar eksenli hareket eden anlayış, kurumsallaşamamak sıkıntısındaki sanatın kısır döngüsünün bir ayağını net şekilde açıklıyor.
Sanat Dergileri
Sanat dergileri, basının sanata kapalılığı sonucu sanatçıların kendilerini ifade edebilecekleri bir mecra olması bakımından kuşkusuz çok önemli. Şimdiye dek yayınlanmış dergilerin çoğunluğu sanatçıların önayak olmasıyla çıkmış. Bunlardan birkaçı; Adnan Turani’nin 1965 yılında çıkarmaya başladığı “Sanat ve Sanatçılar”, daha sonra sırasıyla Mehmet Güleryüz’ün “Kalın”, Bedri Baykam’ın “Sakala”, Jale Erzen’in “Boyut”, Halil Altındere-Vahit Tuna’nın “Art-İst”i, yine sanat insanlarının çıkardıkları “Sanat Çevresi” ve “Dipnot”. Sanat galericileri de çıkardıkları “Türkiye’de Sanat” ve Genç Sanat”, “rh+sanart”, “Artist”, “Cey” dergileri ile alana farklı soluklar getirdiler. “Plato” gibi kimi dergiler ise koleksiyonerlerin çabalarıyla çıktı. Günümüzde bazısı hala yayınlanan bu dergiler, imtiyaz sahibinin “prestij” amacı gütmesi nedeniyle varlıklarını sürdürebildikleri gibi, gerçekten bağımsız ve alternatif sese sahip de olabildiler.
1970’li yıllarda İstanbul değil Ankara’da çıkması ve edindiği saygın yer ile bir döneme damgasını vurmuş “Ankara Sanat” dergisinin de Türkiye’deki sanat dergiciliğinde önemli bir yeri var. Öte yandan Türkiye’deki hemen hemen bütün sanat dergilerinin “yüksek kültür”e hitap ettiği söylenebilir. Antika ve müzayede sektörü içinde yer edinen bu dergiler, gerek reklâm gerek satış ve gerekse yayın politikaları ile tüketim kültürünü pekiştirme imajı verirler.
Oldukça uzun süredir yayınlanmakta olan “Milliyet Sanat” dergisi de 1970’li yıllarda sorgulayıcı, tartışmacı, muhalif iken, popüler kültürün etkisinden kurtulamayarak magazinel bir hal aldı. “Milliyet Sanat” dergisinin son dönemde kullandığı slogan, “Popüler olanla olmayanı ayırmayan dergi”, elitizme ya da popülizme karşı gibi görünse de mevcut yayından yola çıkarak amaçlananın elde edildiğini söylemek pek mümkün değil!
Yapı Kredi Bankası’nın kendi adına yayınladığı “Sanat Dünyamız” dergisi de uzun süredir istikrarlı biçimde yoluna devam ediyor. Şimdiye kadarki editörlerinin çabaları sonucunda bir nitelik yakalayan “Sanat Dünyamız” buna rağmen, bir banka dergisi olarak sermaye ile mesafeyi koruyamaması nedeniyle bağımsız sesler çıkaramıyor, merkezden kopamıyor.
(...)
Medya – Sanat İlişkisinde Sınırların Ortadan Kalkması:
Medya Sanatı ve Medyayı Konu Edinen Sanat
Sanat geçmişe göre çok daha disiplinlerarası bir kimliğe sahip artık. Medya ile sanat arasındaki ilişki de, sanatın medyayı yeni bir “medium” olarak keşfetmesiyle günümüzde farklı bir biçime taşındı.
(...)
2006 yılı içinde Türkiye’de gerçekleşen bir sanat eylemi, medya ve sanat ilişkilerini tartışmaya açmak bakımından oldukça başarılı olmuş, ilginç bir örnek. “Hacet” isimli bu “sergi” henüz başlamadan, serginin konsepti, tarihleri, mekânı ve yer alan sanatçılar ile çalışmaları hakkında bilgi içeren “süslü” bir basın bülteni tüm basın kuruluşlarına ulaştırıldı ilk olarak. Bültendeki bilgiler, gazeteler, dergiler, televizyon kanalları ve internet sitelerinde, imzasız haberler biçiminde geniş yer bulmaya başladı daha sonra. Çok geçmeden, henüz açılmamış sergi hakkında imzalı yorumlar yapılmaya başlandı. Ancak “Hacet” diye bir sergi aslında yoktu! Katılacağı belirtilen sanatçıların bir kısmı sanatçı bile değilken, serginin olacağı söylenen adres de uydurmaydı! İkinci bir basın bülteni ile serginin olmadığı duyurulduğunda ise fikrin sahibi, kendisini küratör olarak tanıtan Fatih Balcı’ya yönelik tartışmalar baş gösterdi bu kez medya organlarında. Çünkü kendisi “medyayı kandırmak”la suçlanıyordu. Balcı daha sonra bir görüşmede, “Postmodern zamanlarda tamamen simülatif bir sergi” yaptıklarını ve “izleyici ve sanat olgusu arasına girmiş medya”yı deşifre etmeyi amaçladıklarını söylüyordu. Bu da yine medya ile mümkündü!
***
Son olarak, reklâm ve tanıtım amaçlı kullanılan görsel öğeler ile sanatın giderek birbirine yaklaştığı ve bunun, sanat ortamından da sanatın reklâm sektörü ile uyumlu ilişkisini arzulayan bir kesim tarafından desteklendiğinin altını çizelim. Muhafazakârlık gibi görünse de söylemeliyiz ki; iki alan birbirine karışırken sanat ve reklâmın var olma nedenleri de iç içe giriyor ve bu durum, özellikle metropollerde yaşayan insanların, gerek her türlü medya aracı gerekse sokaklardaki sayısız imge ile bombardıman altında tutulmasına yol açıyor. Sonuç olarak sanatsal çalışmalar da bu imge bolluğu içinde görünmez oluyor.
Medya kurumlarının sunmayı tercih etmediği sanat izleyici ile buluşmakta güçlük çekerken, bunu başarabilen çalışmalar sorgusuz kabul edilir hale geliyor. Sanat izleyicisinden “hedef kitle” diye bahsedildiği bir sistemde değerlendirmenin kendisi bile ne kadar “doğru” olabilir ki? Daha sağlıklı bir sanat ortamı ve sanat – medya ilişkisinin gelişmesi için bütün bu olgular başta Türkiye olmak üzere tüm dünyada mutlaka tartışmaya açılmalı. Çıkar amaçlı ilişkiler bütünün engellenmesi, sanat ve medya arasındaki en sağlıklı ilişki biçimini de oluşturacaktır. Bunun ne şekilde yapılabileceği ise tam bir muamma!