Bu yazı, 10. İstanbul Bienali Antrepo'da yer alan Michael Rakowitz’in “Görünmeyen Düşman Varolmamalı” adlı çalışması üzerine, rh+sanat dergisi'nin 44. sayısında yayınlanmıştır.
2003 yılının Nisan ayında, “demokrasi” ve “özgürlük” lafazanları, insanlığın binlerce yıllık uygarlık tarihinin nasıl görmezden gelinebileceğini kanıtladılar. Bir devlet, paramparça edilirken, medeniyetin beşiği topraklar işgal altına alındı. Tüm dünya, televizyonları karşısında, neye uğradığını anlamamış Ortadoğulu insanların delicesine eğlendiklerini, buldukları her şeyi yağmaladıklarını, ağladıklarını ve öldüklerini izledi. Mezopotamya kültürünün ve aslında uygarlığın kadim mirasının bulunduğu Bağdat’taki Irak Ulusal Müzesi, işgal kuvvetleri ile belki daha önce ayağını kapısından içeri dahi sokmamış Iraklılarca yağmalandı; eserler çalındı, parçalandı, yok edildi. Aradan geçen dört yıl ise, süslü vaazların ardındaki çıplak vahşeti kanıtlamaktan öte bir şeye tanıklık etmedi. Hala ölüm, yıkım, kaos...
10. Uluslararası İstanbul Bienali kapsamında, Antrepo’daki Entre-Polis’te yer alan Michael Rakowitz’in “Görünmeyen Düşman Varolmamalı” adlı çalışması, Irak’ın keyfi işgali gibi olağanüstü bir duruma dahi çarçabuk alıştırılan zihinlerimizi sarsmaya, belleklerimizi tazelemeye yönelik çarpıcı bir iş. Adı, bir zamanlar Babil’deki İştar Kapısı’ndan geçen tören yolunun ismi “Aj-ibur-shapu”nun çevirisi olan “Görünmeyen Düşman Varolmamalı”, oda enstalasyonu şeklinde kurgulanmış. ABD işgali sonrası Irak Ulusal Müzesi’nden çalınan antik eserlerin neler olduğunu göstermeye yönelik eserler üzerine ışık tutan çalışma ayrıca yapıtların bugün nerede olabilecekleri hakkında da sorular soruyor. Odanın ortasında bulunan masanın üzerinde kaybolan birçok yapıtın, oldukça ustalıklı biçimde kâğıtla gerçekleştirilmiş birer röprodüksiyonu bulunuyor. Sanatçının kullandığı kâğıtlar da o bölgenin gazeteleri, gıda ambalajları vb. şeylerden seçilmiş. Böylesine görkemli hazinenin en değerli parçalarının kâğıt gibi basit bir malzemeyle yeniden yapılması, trajik kurguyu destekler nitelikte. Ancak asıl düşündürücü olan, izleyen herkesin kâğıt kopyası bile olsa, parçaları odanın genel düzeninden de kopararak, yani sanki müzede camekân arkasında izler gibi dikkatle incelemesi idi.
Masanın üzerindeki kayıp parçaların kâğıt kopyaları önünde, her birinin müze ve kazı numarası, çıkarıldığı yer, boyutları, malzemesi, tarihi ve açıklama ile bugünkü durumu hakkında birer bilgi etiketi bulunuyor. Açıklamalar, genellikle yağma ve savaş hakkında. Birinin önünde “İnsanlık tarihinin neredeyse 10 bin yılı yok oldu – Lamia Al Gailani Wer” yazıyor. Bir diğerinin etiketindeki açıklamadan dünya üzerinde, silah ve uyuşturucudan sonraki en büyük kaçakçılığın tarihi eser üzerine olduğunu öğreniyoruz. Yerleri meçhul yedi binden fazla eser bulunmayı bekliyor. Bir başka eserin önünde, o parçayı müzeden alan Irak vatandaşlarının özrü bulunuyor; eserlerin başına bir şey gelmemesi, onları korumak için aldıklarını açıklıyorlar. Hükümetin olaylar yatıştıktan sonra çalınan eserlerin geri toplanabilmesi için af ilan etmesi ve geri dönen yüzlerce parça, bu ihtimali güçlendiriyor. Ancak, işgal güçlerinin parmağıyla uluslararası kaçakçılık piyasasına kaptırılan en mühim parçalar hala kayıp.
En çarpıcı açıklamalar, “görünen düşman”dan geliyor; dönemin Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in “vecize”leri tüyler ürpertici. Örneğin kayıp bir vazonun önünde, yağma gerçekleşirken sarf ettiği şu sözleri yer alıyor: “Televizyonda yayınlanan görüntüleri, tekrar ve tekrar görüyorsunuz, tekrar ve tekrar ve hepsi aynı. Ellerinde vazoyla çıkan birtakım insanlar görüyorsunuz ve diyorsunuz ki ‘Aman Tanrım, bu kadar çok vazo olması mümkün mü?’”
Odanın duvarında üç parçalık çizim dizisi asılı. Birinci çizimde dünyanın yedi harikasından Babil’in meşhur İştar Kapısı’nın çizimleri ve kapı hakkında bilgiler bulunuyor. MÖ 575’te Nebukadnezar tarafından yaptırılan kapının 1902 yılında Alman arkeologlar tarafından çıkarılması ve Berlin’e nakledilişi ile Pergamon Museum’da yeniden kurulması anlatılıyor. Savaş şartlarının olmadığı kültürel yağmaya tipik bir örnek olarak okunabilir buradaki hikâye.
İkinci çizimde, 1950’lerde Irak Hükümeti’nin Antik Babil bölgesinde kapının bir kısmını alçı ve kontrplaktan yeniden yapması anlatılıyor. Ayrıca İran – Irak Savaşı sırasında Saddam Hüseyin’in, arkeologların itirazlarına karşın Babil harabeleri üzerinde yeniden bir inşa süreci başlatması gösteriliyor. İnşadan sonra dikilen tablette yazılanlar, kendini antik tarihinin mirasçısı kabul eden diktatörlerin benzer hikâyeleri hatırlatıyor: “Nebukadnezar’ın oğlu Saddam Hüseyin tarafından Irak’ın şerefine inşa ettirilmiştir.”
Ancak hikâyenin burada bitmediğini anlıyoruz. 2003 yılında ABD bölgede üs inşa ediyor. Antik harabelere oldukça yakın bir yere, dokuya zarar verecek biçimde bir helikopter iniş alanı yapılıyor. Arkeologların muhalefeti üzerine üssün 2004 yılında Koalisyon Güçlerince üssün kapatılması kabul ediliyor. Üs hala açık!
Duvardaki üçüncü çizim müzenin 10 – 12 Nisan 2003 günlerinde talan edilmesini anlatırken dördüncü çizim, bir başka hikâyeyi sunuyor izleyicilerine. Masa ile üzerindekiler ve duvardaki çizimler dışında yerleştirmeyi bir müzik tamamlıyor. Odanın köşesindeki hoparlörden sürekli tekrarlayan, New Yorklu Arap grup Ayyoub’un yorumladığı Deep Purple şarkısı “Smoke on the Water”ın konuyla ilgisi bu çizimde anlatılıyor. Irak Devleti Antik Eserler ve Miraslar Kurulu Başkanlığı ile Saddam Hüseyin’in iktidarı sırasında Ulusal Müze Genel Müdürlüğü yapmış Dr. Donny George’a varıyoruz bu hikâyede. George, Baas Partisi’nin toplantılarından kaçmak için arkeolojik kazılara katılırken ek iş olarak Ayyoub ile birlikte davul çalmış. Talandan sonra çalınan eserlerin bulunması amacıyla çalışan ve muhtemelen ABD vatandaşı olan Dr. George bugün ABD’de, New York Devlet Üniversitesi’nde profesörlük yapıyor!
1971 yılında İsviçre Montrö’de bir kumarhanede çıkan yangından bahseden “Smoke on the Water”ın Irak Ulusal Müzesi ile bağı ise biraz dolaylı. Bir konser sırasında izleyicilerden birinin fişek atması sonucu çıkan yangın sürerken Deep Purple üyeleri kumarhane binasının yok oluşunu uzaktan izlemekteymişler. Irak Ulusal Müzesi’nin yağmalanması ile bu hikâye arasındaki kimi benzerlikler dikkat çekici. ABD – Irak devletlerinin çalışmanın hemen tüm ayrıntılarına sinen girift ilişkisini çaprazlama bir yolla anlatan Rakowitz’in kimliği de mevcut duruma uyuyor çünkü ABD doğumlu sanatçı, Bağdatlı bir babanın oğlu.
Michael Rakowitz “Görünmeyen Düşman Varolmamalı” ile akıldan, mantıktan, vicdandan yoksunların vandalizmini Irak Ulusal Müzesi’nin harap edilişi üzerinden aktarıyor. Yağmayı, eserlerin maddi değerini düşünerek sadece “hazine çalmak” şeklinde yorumlamak elbette saflık olur. Büyük Ortadoğu Projesi’nin en önemli ayağı Irak’ta, bir milleti yok etmek pahasına, kuklaların yönettiği sözde devlet kurulurken, toplumsal tarihi silmek, planın önemli bir parçasını oluşturuyor. Sadece müzeler yağmalanmıyor, henüz hiç açılmamış höyükler yok ediliyor. Rakowitz bu gerçekleri örtülü üslubuyla anlatıyor ancak bölgede yaşanan onca şeyin üzerine yorum yapmak pek de zor değil!
Antrepo’da, zamanınızı ve ilginizi diğer işlere oranla fazlasıyla alacak ve bunu hak da eden “Görünmeyen Düşman Varolmamalı”yı bütün ayrıntılarıyla anladıktan ve hatta hissettikten sonra, yine de sizi rahatsız eden bir şeyler kalıyor olabilir içinizde. Sanatçının tekrar dikkat çekmek istediği bu tarihi yıkım hikâyesinin, o coğrafyalarda en sıradan hale gelen masum insanların ölümlerini perdeliyor gibi görünüşüdür belki vicdanınızı sızlatan. Ya da böylesi hassas bir konuyu, size “eğlenmeyi” en az “düşünmek” kadar garantiyle vaad eden bir bienal mekânında izlemek olabilir. Belki siz hala, Doğu’yu kendine malzeme etmeyi görev bilmiş oryantalist anlayıştan veya antik eserleri yapanlar ile bugün aynı topraklarda ölen insanların aynı soydan geldiğini unutan Batı’nın ikiyüzlülüğünden rahatsız olmaktasınızdır. Rakowitz birçok şeyi söylüyor olabilir ancak, yağma sırasında kaybolan bir parçanın kendilerinde olduğunu ve korumak amaçlı sakladıklarını söyleyen Britanyalı müze müdürü ile o parçayı müzeden çıkaran Amerikalı arasındaki benzerliği söylemiyor; dedik ya, bundan sonra yorum yapmak size kalmış.