Türkiye’de güncel sanatın öncülerinden olan Füsun Onur’un yaşamı kuşkusuz “ilk”lerle doludur. Zaman içinde klasik heykel formuyla oynar; resimde üçüncü boyuta “içeri gel” der; farklı malzemelerle boşluk – doluluk zıtlığında döner; zaman kurgusunu bozuma uğratır. Figür heykelinden soyuta hatta zamanla kavramsal sanata… Füsun Onur, tanımlanabilen sanat biçimlerinden adeta rahatsız olur gibi klişeleri bozmaya çalışır. Zarif dokunuşlarla ortaya çıkardığı çalışmalarındaki kendine özgü estetik algısı hayranlık uyandırır. Onur’la, her köşesi kendi mitolojisinden izler taşıyan Kuzguncuk’taki evinde, dalgaların eşlik ettiği, geçmişten günümüze bir söyleşi yaptık.
- Heykel yapmaya nasıl başladınız?
Küçükken kumlardan minik heykel gibi şekiller yapardım. Sonra babam macun getirmişti, onunla da yapmıştım. Biraz daha büyüyünce de, ortaokulun ilk sınıfındaydım, kil almıştık. Küçük küçük şeyler yapardım, gördüğüm bir filmden etkilendiğim bir sahne gibi mesela. Ev fırınına koyardım onları. Kimi çatlardı üzülürdüm, kimi kalırdı, onları boyardım. Hatta 9. sınıfta liselerarası sergiye katılmıştım. Ertesi gün gazetelerde serginin haberinde benim çalışmamın fotoğrafı vardı hep. O zaman bende bir düşünce olmuştu; böyle kolayına kaçarsam hep çabuk mu beğenilir acaba diye... Çünkü küçükken yaptığım minik figürleri annem arkadaşlarına verirdi, onlar da çok beğenirlerdi; annem tuttururdu ne olur bir tane daha yap diye. Ben de yapardım ama hiçbiri ilki gibi olmazdı… O zaman anladım ki ben bu işi asla ticarete dökmemeliyim.
yazının tamamı Artam Global Art dergisi Eylül-Ekim 2011 tarihli sayısında..