Resme nasıl başladığınızdan biraz bahseder misiniz?
KS: Benim hayatım çok renkli geçti ve bu yaşta olmama rağmen halen de renkli geçebiliyor. Resim serüvenim mektepten başladı. Hemen hemen daha ilk mektepten. Sekiz – dokuz yaşlarımdayken eve gelen konukların da resimlerini yapardım, sonra yaptıklarımı gizlice ceplerine koyardım hatta. Benim yazılarım da iyiydi. Hocam derdi ki “Sen büyüyünce şair yahut yazar olacaksın.” Böyle zannederlerdi. Sonra İstanbul’daki Fransız mektebine gittim, Ècole Modern’e. Orada bir gün bir imtihan zamanında edebiyat öğretmenimin resmini yaptım; ama biraz karikatüral. Çünkü yaşlıydı, saçları yukarıdaydı biraz. Hocam “Ne yapıyorsun orada?” dedi bana. Zaten yaramaz olduğum için ön sıralarda oturturlardı, o nedenle beni hemen görmüştü. Lakabım da “fişek”ti. Sonra aşağı indirdi beni, müdireyete. Kovuldum, bitti diye düşündüm. Hatta arkadaşlara da söyledim kovacaklar beni diye. Bir yandan da ağlıyorum. Sonra hocam, dedi ki “Yarın anneni çağır. Gelsin, konuşacağız.” Ben hep kötüye yoruyorum durumu, yaramazlık yaptığımı sandığım için. Ertesi günü ablamla gittik. Ablama “Bu çocuk çok yetenekli, muhakkak bir resim dersine başlasın” dediler. Bu şekilde başladım ben de. Profesör De Mille’den ders almaya başladım. Ondan sonra da Akademi’ye gittim.
Akademi’de neler yaptınız?
KS: Akademi’yi bitirmedim. Çünkü aldılar beni okuldan. Biraz sıkıydı annemin disiplini. “Artık yeter bu kadar okul” dediler. Orada arkadaşlar da çok tabi. Ancak okuldan ayrıldıktan sonra hiç bırakmadım arkadaşları.
Kimler vardı arkadaşlarınız arasında?
KS: Selim Turan vardı, Naile Akıncı... Oldukça kalabalıktık.
“Bizim Grup” isminde bir grubunuz da varmış...
KS: Evet, Zeki Kıral vardı, Hüseyin Bilişik vardı bizimle, kaybettik onu geçen sene. Leyla Gamsız, Zerrin Bölükbaşı, Naile Akıncı vardı. Birçok sergiler açtık, faaliyetlerde bulunduk. Kişisel sergilerim de oldu. Her sene bir-iki tane sergi mutlaka açardım. İlk sergimi 1956’da açtım. Birinci sergimi açtığımda, bu çok özel bir olaydır, ondan anlatmak istiyorum; hep çiçek resmi yapmıştım. Otuz tane vardı ve otuzu birden satılmıştı. Bir tane satılmadı. O da kompozisyonlarıma ilk başladığım resimlerimdendir. Yeni yeni o sene başlıyordum sonradan gelişecek kompozisyonlarımı yapmaya. Bir tek o resim satılmamıştı. Sonra Bedri Rahmi geldi. “Bir tane resim var burada” dedi. “Çiçek resimlerini yapan bu kompozisyonu nasıl yaptı?” dedi. Halbuki öteki çiçekler satılmış, o kompozisyon kalmıştı. Şimdiye kadar da bende kaldı o resim, Bedri Rahmi’nin beğendiği.
1943’te kocam Agop Saleri ile evlendim ve sonra başladım dış memleketlere gitmeye. İtalya’da çok bulundum, Roma’da, Viyana’da, Strazburg’da... Paris’te başladım çalışmaya. Andre Lhote Atölyesi’ne gidiyordum. Çok geliştim ve bir atölye kurdum ben de burada, İstanbul’da. Sonra ders vermeye başladım. Üç katlı bir apartman vardı, bir katında oturuyorduk, bir katta kendi atölyem vardı, bir katta da talebelerim vardı. Oradaki çalışmalarım 1970’e kadar sürdü. Çok talebe yetiştirdim. Verşa vardı. Carmen vardı öğrencilerim arasında. Çok öğrencim oldu, içlerinden sekiz dokuz tanesi de meşhur oldular. Güzel resim yaptılar, hayatlarını kazandılar. Bu da oldukça mutluluk verici benim için.
En iyi arkadaşım Selim’di, Selim Turan. O Paris’e gitti, otuz sene kaldı. Ben giderdim Paris’e, o yön gösterirdi. Orada çalıştıktan sonra buraya geldim ve çok yeni bir yönteme başladım. Böylece gitti çalışmalarım.
Çalışmalarınızdan biraz bahseder misiniz?
KS: Figüratif çalışıyorum ama hayal de var içinde. Yani kopya yapmaya çalışmadım hiçbir zaman. Fotoğraf çeker gibi resim yapmaya çalışmadım hiçbir zaman. Resimlerimin içinde fikir olmasına çalıştım. Kompozisyondur hepsi. Resimlerimi dış memleketlere yolladım sonra. Birçok ödül kazandım Türkiye adına. En son Monako’da ödül aldım. Bu dünya çapında bir derece. Birinciliği Monako üzerine yapılan bir heykele, ikinciliği de bana verdiler. Dış memleketlerin gazetelerinde Türkiye “Kristin Saleri’yle onurlandı” diye yazılar çıktı.
Sizin “Elektrik” isimli büyük boyutlu bir tablonuz var. Çok etkileyici. Modernleşme var o resimde...
KS: O zaman Hüseyin Bilişik Ressamlar Cemiyeti başkanıydı. Ben de ikinci başkandım. Ankara’da çok büyük bir sergi açmayı düşündük. Resimlerin büyük olmasını zorunlu tuttuk ayrıca serginin Ankara’da oluşu nedeniyle altı kişi katıldı sergiye. O zaman da Cemal Gürsel başta ve kendisi çok hasta. Bizim ertesi günü sergimiz var Ankara’da, Cemal Gürsel ölecek diye endişeleniyoruz. Kokteyl yapacak mıyız, açılış nasıl olacak... Bunu düşünüyoruz, neyse ölmedi. Sergimizi yaptık, oldukça iyi geçti. Hatta o zaman yalnız benim resmimi almak isteyenler çıktı. Ama resmimi satmadım. Çünkü bende bir huy vardır; arkadaşlarımın resimlerini alıp almayacaklarını sordum benim resmimi almak isteyen kişiye. “Almıyoruz” dediler, ben de istemedim resmimin satılmasını. Arkadaşlarımın resimleri satılmayacak, benimki satılacak. Ve vermedim. Ondan sonra üstümde kaldı o kocaman resim. Şimdi satmak istiyorum ama alan yok. Öyle hatıra olarak duruyor.
Dünya müzelerinde de resimleriniz var sanırız...
KS: Evet, Pompedou’da var, Erivan’da var, burada da var tabi, Ankara, İstanbul ve İzmir’de. Amerika’da da çok resmim var.
Türk resmi hakkında ne düşünüyorsunuz?
KS: Çok iyi buluyorum Türk resmini. Avrupa gibi bir çaba var. Avrupa’yı dolaştığım için şunu söyleyebilirim: bizim Akademi çok iyi bir eğitim kurumudur. Yunanistan bizden çok geridedir mesela. Ben Yunanistan’da sergi açtım, orada söylemiştim. Akademi üzerine konuştum orada; Türkiye çok ileride dedim. Hemen hemen Paris’in arkasından Türkiye’deki Akademi gelir. Orada ne varsa burada da vardır. Ayrıca çok iyi ressamlarımız var.
En çok kimi beğeniyorsunuz?
KS: Benimle beraber okuyanlar, heykeltıraş Zerrin Bölükbaşı, Leyla Gamsız vardı. Beğenirim de kendilerini, ama o çekildi, artık çalışmıyor.
Siz hala çalışıyorsunuz...
KS: Ben çalışıyorum, evet. Hem seramik yapıyorum, hem yağlıboya. Canım hangisini isterse onu yapıyorum. Çok dışarı çıkmıyorum. Sabah kahvaltımı yapar atölyeye girerim. Şimdi de atölyeden geldim, o beni doyuruyor.
Bugün artık Ermeni asıllı Türk sanatçılara dair güzel gelişmeler yaşanmakta. Ermeni asıllı Türk sanatçıların sergileri açılıyor, arşivleri tutuluyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
KS: Güzel bir şey tabii ki. Ben zaten hiç ayırım görmedim. Akademi’de hocalardan olsun, arkadaşlarımdan olsun, bir ayırım hissetmedim hiçbir zaman. Burada büyüdüm, burada yaşadım. Ben de öyle bir ayırım yapmadım.
rh+sanat S 15