10 Eylül 2007 Pazartesi

Epik Kurguların Trajik Kahramanları




30 Mayıs - 30 Haziran 2007 tarihleri arasında Nazım Hikmet Vakfı Sanat Galerisi'nde düzenlenen Barış Cihanoğlu sergisinin katalog yazısıdır.

Bir eseri anlamaya, çözümlemeye ya da yorumlamaya kalkışanın hangi argümanın peşinden gideceğini büyük ölçüde yine eserin kendisi belirlemez mi? Zaman, algı, coğrafya, tarihsel süreklilik, üretenin ya da yorumlayanın öznel mitolojisi, disiplinler arasılık ya da disiplinler üstülük, Panofsky’nin ya da Wölfflin’in izini sürmek, Kantçı ya da Hegelci estetik, hermeneutik ya da başka herhangi bir yol – yöntem. Nihayetinde eserden çıkıp esere varmanız, -bu ifadeden de hissedilebileceği gibi- kaçınılmaz ilahi bir sonuçtur. Üstelik söz konusu eser tüm ezberlerinizi bozacak kudrette ve kararlılıktaysa!..
Bir sahne tasarlayın zihninizde. Zıtlıkların bütünlüğünden meydana gelen, figür ustası Balaban’ın tabiriyle “matematik ölçülerle değil diyalektik yöntemlerle” kurulmuş bir sahne olsun. Hayal gücünün sınırsızlığıyla sınırlanmış, sonsuz kombinasyonla belirecek olan sahnenizi bir başkasının anlamaya ve ardından yorumlamaya kalkışmasındaki imkânsızlığı keşfedin şimdi de. Bu noktadan hareketle, Barış Cihanoğlu resmi üzerine yapılabilecek söz konusu okumayı beyhude bir çabaya dönüştürmemek için, onun geniş algısına, desen becerisini oluşturan sağlam bileğine ve doğru noktaları işaretleyen duyarlılığına, yani sadece resimlerine bakalım.
Bir gösteri midir söz konusu olan? Her figür bir aktör? En doğal yaşam alanı sahne oluvermiş bir anda; siz, her zaman ana kahramanla özdeşleştirdiğiniz kendiniz, yine başrolde! Bir bakmışsınız Rus romanlarından fırlamış, ahlak peçesi arkasında azgın ruhlarıyla kızıl saçlı, sahnenin tam ortasına pervasızca uzanıvermiş uzun bacaklı bir dilbersiniz. Size bakan adamın yüzünde, kirli sakalına rağmen seçilen derin bir “Ahhh” ifadesi! Size bakan kadının boyalı dudakları, permalı saçları ve “en güzel” olmaya kendini adamışın en aciz tavrıyla kocaman açılmış ayıplayan gözleri!
Barış’ın resimlerini oluşturan tüm edimler, tıpkı bu resimdeki gibi bir öykü ve öykülemeye götürür ilk olarak izleyeni. Öyküyü çözmek için öykülemeyi deşifre etmeli. Argümanlar yetersiz kalabilir; en tanıdık gelen görüntü yabancınız oluverir bir anda. Oysa az önce sobada ellerini ısıtan, çamaşır yıkarken bacakları görünen komşu kadını dikizleyen, ağlayan, sinsice gülen, halay çeken, yalvaran, bekleyen, çay dağıtan, çiçek getiren ve arsızca af dileyen, geceden dolu alkolü mideden boşaltmaya çalışan, köpeği gezdiren hatta hamamda kese yaptıran siz değil miydiniz?
Bir tatil günü öğle sonrası, çayını içmiş ve sıcaktan kendinden geçmiş babanıza bakan çocuksunuzdur bu kez. En Oidipuscu göndermeyle, ergenliğinizde su yüzüne çıkartacağınız nefretinizi şimdi derinlerde bir yerlere gömmek zorundasınızdır. Çocukluğunuzun odası, ev içi de, o sakin anda donacaktır ömrünüzün sonuna kadar.
Hüzünlü kadının elbisesi yamalıdır. Ne istemiş ve hayat ona ne getirmiştir? Bilmek şart değil, gördüğünüz andan itibaren ortak olmak zorundasınızdır bu acıya. Elinizden, bırakın çözümü, anlamaya yönelik bile hiçbir şey gelmez. Bez bebek yerde yatar. Oysa tek amaç mutluluk!
Süslü kadının kocaman gözlüğü sinek gözlerini andırır biçimiyle yüzünün çoğunu kapatmış. Pudradan bembeyaz derisi, 18. yüzyıl aristokratınınki kadar.
Üzerinde, iskambil kartlarının en süslüsü olan sinekli elbisesiyle “sinek kızı” ipincedir. Kız mıdır, kağıt mı?
Ağlayan oğlunu dövmek için elini kaldıran çizgili pijamalı, atletli, kirli sakallı baba; acı vermeye çabalarken ne de komik!
Her kompozisyonun kendine özgün hareketi, biçemi asıl hikayeyi hissettirirken bazen hikaye en küçük ayrıntılarda gizlidir ve metaforik olanla yüzleşmek gerekir. Köpek, oyun kartları, bir ütü... Horoz ve elma şekeri...
Barış Cihanoğlu’nun resimlerini izlemek, sadece geçmişe, bilinçaltına gitmek şeklinde değil, biçimsel olarak da yüzeyden derine yapılan yorucu bir yolculuğa dönüşür kimi zaman. Özellikle kalabalık sahneleri, birbirinin üstünden tek tek ayrılarak çözümlenebilecek çok katmanlı yapıdadır. Öndeki “esas figür”ün arkasında, en az kendisi kadar hatta bazen daha fazla “gerçek” bir imaj asılıdır. Ayna içinde ayna etkisi yaratan bu açılım, resmin katmanlarından yalnızca birine dair ipuçları verir. Resimlerin birinde, modernist dönem bistrolarından fırlamış, kumpanya göstericisi kılığıyla kadının renk şaşaasına aldanırken tecavüze uğradığını çok geç fark edebilirsiniz ya da. Eğlenmeye güdülenmiş, çıplak ve yağlı göğsüne pantolon askısı yapışmış papyonlu adam içkisini kadına dökerken atletli diğer adam, kadının göğsünü sıkmaktadır. O an, arkada ellerini ovuşturan satıcıyı görmeniz gereken andır. Yeşil – mavi yüzü, onun Mephistopheles ile eş kaderini ele verir. Yerdeki bez bebek çığlık atmaktadır bu kez.
Bir tür “pis oyun” vardır ortada. Oyunun kendisi, nedenleri, sonuçları, mağdurları ya da baş aktörleri belirir tuvalde. “Bugün Irak’ta düzenlenen saldırıda on kişi hayatını kaybetti” haberini sırıtarak sunan spikerin akıldan ve vicdandan uzak samimiyetsizliğini izleyene teslim eder gibidir resimler. Bazı figürlerin yüzlerindeki maske, bu ikiyüzlülüğü çekinmeden teşhir eder. Maskenin plastik ve doğrudan anlatımcı özellikleri, aynı zamanda kurgunun oyunsuluğuna da gönderme yapar. Ancak zaten maskeye gerek yoktur çoğunlukla.
Resim tarihinde gerçekçi figür geleneğinin bugüne kadar sürmesinin elbette tek nedeni, resmin figürü esas alması değildir. Figürcülük, Corot’dan, Millet’den bugüne “ekspresyon”la, anlatım kaygısıyla ilintilidir. Anlatılacak bir “dert” vardır. Toplumsalcı tavrın, figürün gerçekçiliğine sığınması bundandır. Bununla birlikte Barış’ın resimleri, Türk resim sanatı tarihindeki gerçekçilik çizgisine pek denk düşmez. Çünkü toplumcu gerçekçi eserlerin tavrı 20. yüzyıl ile ilgiliyken biçimi 19. yüzyıl burjuva gerçekçiliği ile sınırlı kalmıştır ve bu saplantıdan kurtulabilen az sayıda sanatçı vardır. Barış’ın yaptığı gibi, 19. yüzyıl ustalarının figürde keşfettikleri yeni açılımların heyecanlarını da taşıyarak biçimde yeni arayışlara gitmek ise, dekadansa karşı sağlam bir tavırdır. Güçlü desen anlayışı üzerine oturttuğu kendine özgü renklerinin doğaldan oldukça uzak olmasına karşın onun resimlerini olabildiğince gerçekçi kılan, hissettirdikleridir. Tek başına bir karikatür karakterinden öteye gidemeyecek olan koca kafalı adam ile başı önünde, biri “doğal” olana en yakın renkleri, diğeri karanlık mavi yüzü ile iki insan aynı resimde yer alabilir örneğin. Renkler, hüznün acısını, aldırmazlığı, korkuyu ya da mutluluğu yansıtmak için öyledir. Abartılı hayatların küçük karakterli insanları mutlaka çok renklidir. En kötü olan en koyu renkte olabilir ya da en ikiyüzlüsü bir şarlatana benzeyebilir. Bunlarla birlikte ressamın kurguladığına yaklaşmak için mutlaka, biçimin renkle uyumunu gözeten bir bakışla her resmi kendi sınırları içinde değerlendirmek gerekir.
Aklınızdaki “gerçek figür”e -o gerçeğin nasıl sizin gerçeğiniz olduğu tartışmaların en su götürürüdür- bazen oldukça benzeyen bir figür yakalarsınız Barış’ın resimlerinde. Apayrıdır. Size “sahte” gelenle ilgisi yoktur onun. Dikkatli bakın çünkü bu hengâmede kaçırdığınız bir şeyler olabilir. Örneğin figürünüzün çevresine kalın, koyu ve zıt renklerle çekilmiş kontur, gerçekliğin kıstaslarını yerle bir edebilir. Gerçek de gerçekçi de odur artık. Barış’ın bazen sahnenin tam ortasına açtığı büyük perde ile geniş ve düz alanlar yaratarak üzerine işlediği küçük lekeler ise, renk zıtlığını ya da birliğini oluşturmak için ordadırlar belki, ama naif çağrışımlarıyla olay örgüsünde de kendilerine yer bulurlar.
Resimlerin perspektife aldırmazlığı hayrete düşürür bizleri kimi zaman. Olayların kuruluşundaki kendinden emin keyfiyet, figürlerin sarmal hallerini açıklayabilir. Mekan da bu doğrultuda yeniden anlam kazanır. Dört duvarla sınırlanmasına gerek yoktur oranın sıcak bir evin bilmem kaç metrekarelik odası olduğunu bilmemiz için. Çoğunlukla neresi olduğunu sezmemiz için mekana dair atribüler yerleştirmiştir ressam. Farklı açılardan gösterilmiş ve farklı büyüklükteki figürler de alışılmış mekan algısını bozacak biçimde yerleştirilmiştir. Figürlerin neden diğerlerine oranla büyük ya da küçük resmedildiği ise ayrı bir tartışma alanı yaratır bize. En kolayı, ebatları bilinmeyeni insan boyutlarıyla ölçmekken, bu tuvallerde figürleri birbirleriyle kıyaslamak bizi bir yere götürmez. Çünkü bir resimde gözü uzaklara dalmış, masum ifadeli figür büyük ve onu teselli etmeye çalışan karikatür adamcık küçükken, bir başka resimde tek eliyle kadının poposunu sıvazlayan gücün yani erkin sahibi, fikirlerinin kötülüğü kadar büyüktür.
Barış’ın resimleri, günlük olana kendini kaptırmış küçük ve bencil hayatları, yabancılaşmış özneyi, rutini, duyarsızlıkları en zıt biçimde canlı renklerle, büyük hareketlerle gösterirken trajik olanı geri çağırır. Öyküyü ve biçimi eşit düzeyde okumaya açar. Algıları kırma ve aldatıcı görüntünün ardındaki ilintileri fark ettirmeye yönelik bir çaba içindedir. Bakışı şok ederek, yadırgatarak resme bir kat daha dikkatle bakmayı, biraz daha ortak olmayı öğütler. Gözün yabancılaşmasını pratik anlamda lehine çevirir. Brecht’in epik sahneleri gibi kurgular resimlerini.