10 Eylül 2007 Pazartesi

Fugal Resimler


18 Nisan - 5 Mayıs 2007 tarihleri arasında Tevfik İhtiyar Sanat Galerisi'nde düzenlenen Alberk Yıldır sergisinin katalog yazısıdır.

Latince’de “kaçış” anlamına gelen “fuga”, müzikte de kullanılan bir terimdir. Örneğin ses başlamışsa ve diğer sesler onu bir benzerlik yoluyla izliyorsa, yani sesler birbirini kovalıyorsa, buna “fuga” denir. Koşarcasına ilerleyen tınısıyla Bach’ın müziğini hatırlayın...
Sanatların en kolay ulaşılabileninin / en sınır tanımayanının müzik olduğunu baştan kabul ederek, resim sanatının ayrıcalığında ona ulaşan bir sanatçıyı nasıl tarif edebiliriz? Müzik, hayatın en çekilmez zamanlarında başlı başına bir kaçış alanı değil midir zaten?
Klavyeler ve üzerindeki tuşlarla müziğin resmini yapıyor Alberk Yıldır. Müziğin eşsiz matematik âleminde yarattığı periyodlarla “fuga”ya işaret ediyor. Müziğe kaçışı öğütlemiyor ama resim yaparken müziğe kaçıyor o. Belki de kendine ve hatta kendinden öteye kaçıyor. Bunu yapmasının oldukça geçerli nedenleri var!
Alberk Yıldır, akordeona odaklanıyor resimlerinde. İki eli eşit ustalıkla kullanmayı şart koşan ve körüklü özelliğe sahip olan akordeon saraylı bir çalgı değil; doğusundan batısına birçok coğrafyanın halk ezgilerinin ise vazgeçilmezi. Emir Kusturica filmlerindeki unutulmaz çingene görünümleriyle ya da Jean Pierre Jeunet filmlerindeki sıradan ama sıcak ve hüzünlü hikâyelerle örneklendirebileceğimiz birçok duygunun müziği onunla. Diziler halinde çalıştığı resimlerinde Yıldır için akordeon, bünyesinde barındırdığı farklılıklarla müziği betimlemek amacıyla seçilmiş kusursuz bir imge. Bu çalgıyı tercih etmesinin nedenini, akordeonun sokakla kurduğu ilişkide de bulabiliyoruz. “dinleri, ırkları, düşünce farklılıkları veya gelecekte yapabilecekleri bahane edilerek yok edilen ya da yok edilmeye uğraşılan yaşamları” temsil ettiğini söylüyor kendisi de.(1) Akordeon, umudu muştuluyor. Bunların yanı sıra, taşıdığı renkler ve malzemesi ile akordeonu görsel bakımdan betimlemeyi seçmiş sanatçı; metal, ahşap, bez, deri, plastik... Anlatacaklarını görselleştirmenin eşsiz aracı; siyah tuşlar – beyaz tuşlar, sayısal ve geometrik bütünlük, kenarlar, konturlar... Onun resim ve müziği böylesine bir araya getirmesi ilk olarak Schoenberg – Kandinsky ilişkisini hatırlatıyor ve iki sanat dalının bu olağanüstü birlikteliğine bir kez daha saygı duruşunda bulunduruyor izleyicisini.
Tuşlar, estetik kaygının baş taşıyıcıları konumunda kompozisyonlarda. Siyahın ve beyazın mükemmel diyalektiği, resimlerin çatısını oluşturuyor. Toprak tonlarındaki renkler, bu iki renk-olmayanı iyice açığa çıkarıyor genellikle. Kimi resimler, klavyelerdeki simetrik tekrarın sadece bir parçasını çekip kopartarak sunuyor izleyicisine. Bu kopuş, düzene aşina olanları rahatsız edici noktaya varabiliyor. Bazı resimler ise, tekrarları oldukça bilinçli “yamuk”larla deforme ediyor.
Resimlerin bazıları, tuval yüzeyindeki yoğun katmanlarla açığa çıkıyor. Bu katmanlar, boya uygulamanın dışında, farklı teknikler kullanıldığı izlenimi veriyor. Bu çok katmanlılıkta, bir bakımdan görünmeyenin açığa çıkması, gizlenemeyene vurgu seziliyor. Sanatçının kimi resimleri ise daha düz yüzeyler biçiminde. Kuşkusuz, kolay bitmeyecek bir arayış söz konusu.
Bazı resimlerde, kompozisyon kurgusundaki beklenmedik kesilme ya da durma, yırtılma eylemini çağrıştırıyor. Resmin döngüsünde araya giren, karışık renkler içinde saf beyazla yakalanan bir yırtılma bu ve oluşturduğu derinlik algısıyla tüm akışı bozarak bakan gözü şaşırtabiliyor.
Sanatçının “Klavyeler” dizisindeki resimleri ise, birbirini izleyen notalar gibi, tek başlarına bütünlüklü ama bir araya geldiklerinde tam anlamıyla bir “fuga yazısı”. Beyaz ve siyah, iki farklı yüzey olarak beliriyor resimlerin birçoğunda. Siyah ağırlıklı ve dokulu zemin üzerinde siyah tuşların bıraktığı etki, beyazın üstünde hissedilenden daha çarpıcı genellikle. Yıldır’ın hemen tüm resimlerinde, figürsüz bıraktığı yüzeylerde beliren, ilk bakışta kazıma izlenimi veren ancak yine çizim yoluyla elde edilmiş ve ikili – üçlü tekrarlar halinde devam eden eğri çizgiler, “Klavyeler” dizisinde oldukça belirgin.
Bu dizide zaman zaman kırmızı rengi kullanan sanatçının rengi çoğalttığı asıl çalışmaları “Ü-Ç-LÜ” ve “Kayıp Tuşlar” dizilerinde yer alıyor. “Klavyeler” dizisi gibi yine 2005 yılına tarihlenen “Kayıp Tuşlar”, Schoenberg’in atonal müziğinden fırlamış, başıboş kalmış, kayıp notaları işaret ediyor adeta. Siyah ve kırmızı renkle sarmal ilişki halindeki bu beyaz tuşlar, fazlasıyla büyütülmüş boyutlarıyla, en küçük ayrıntıların bakanın zihninde bıraktığı izdüşümü yapısöküme uğratıyor. Benzer bir kurguyla meydana gelen “Ü-Ç-LÜ” dizisi resimlerinde ise farklı biçimde gri, kırmızı ve yeşil renk ön plana çıkıyor.
Braque, çalgının nesne olarak dokunmayla canlanma (tınlama) özelliği olduğunu söyler. Bu durumda sorulması gereken esas soru şu olabilir: Resme bakarken müziği duyabilir miyiz? Cevabı bulmak değil belki ama aramak kolay; müziği resmeden kişinin başarısı tam burada saklı çünkü.
Bu genç sanatçının, alışılmış bir müzik aletinden yola çıkarak varmak istediği, yüzeysel okumaları şaşırtacak ölçüde farklı bir yer; “Bir toplumu, ülkeyi aslında en güzeli tüm dünyayı ilgilendiren bir olgu üzerine düşünmek, onu irdelemek, hakkında düşünceler üretmek ve sonunda tüm bu düşünceleri birtakım malzemelerle başkaları tarafından da görülebilir hale getirmek.” şeklinde açıklıyor resim yapma nedenini ve devam ediyor; “Yalan olduğu bariz bir şekilde sırıtan gerekçelerle üzerlerine yağdırılan bombaların altında sağ kalmaya çalışan binlerce insan varken, bazı güçlerin pazar mücadelesi yüzünden halkları birbirine düşürülen bölgeler varken, resimlerimde başka bir konuya değinmeyi, başka sorunları gündeme getirmeyi düşünemezdim.”(2)
Rahatsız edenlerden rahatsız olabilmeyi başarmış ve kendi cevaplarını üretiyor Alberk Yıldır.

Dipnotlar
1 Genç Köşe, rh+sanart, s. 82.
2 agy, s.83.